KÜLLERİMİZDEN DOĞMAK
ÖÇED Başkanı Parin Yakupyan: “Ben iktisat fakültesi mezunuyum. Tam 18 yıl boyunca finans sektöründe çalıştım. Sayılar, tablolar, stratejiler… Hayatım yıllar boyunca düzenli, hesaplı, öngörülebilir bir düzlemde aktı. Ama bazen hayat, en ince ayrıntısına kadar planladığınız o yol haritasını elinizden alır… Ve bambaşka bir yolculuk başlatır.”
Gerçek hayat yolculuğum, ikiz çocuklarım dünyaya geldiğinde başladı. Onlarla birlikte ben de yeniden doğdum. Ancak bu doğum, tatlı bir masalın başlangıcı değildi. İniş çıkışları, kırılmaları ve suskunlukları olan bir sınavdı. Oğlum Garen’e iki yaşından sonra otizm tanısı konduğunda, ilk tepkim “Kabul etmiyorum” demek oldu. Çünkü bir annenin, çocukları için kurduğu hayalleri yıkması kolay değildir. Benim de hayallerim vardı. Kendi hayatım gibi onlarınkini de planlamıştım. Ancak tam da o noktada, planlarımın ortasında bir travma duruyordu.
Krizi hızlı toparlamaya çalışmak, çözüm aramaya başlamak, karakterimin bir parçası. Kabullenmek, çözüm üretmek ve harekete geçmek… Otizmi de böyle gördüm. Doğru destek, bol sevgi ve iyi bir eğitimle yaşam kalitesini yükseltebileceğimiz bir yoldu. Ben o yola girdiğim anda da eski Parin ile yeni Parin’in yolları ayrıldı.
Oğlumun ilk yıllarını özel eğitime adadım. Garen ile birlikte öğrendim, birlikte yürüdüm. Ancak otizmde asıl sınav sınıfta ya da eğitimde yapılmıyor. Gerçek sınavınızın, kapıdan dışarı adım attığınızda başlıyor. Toplum, farklı olana karşı nasıl yaklaşacağını bilmiyor. Bunun sonucunda da önyargı, dışlama ve ötekileştirme bir annenin yüreğini en çok yaralayan şeyler olabiliyor.
Oysa biz bu topraklarda, “Yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü” diye büyümüş çocuklarız. İnancımız, kimliğimiz, yolumuz ne olursa olsun bu söz, ortak noktamızdı. Ne yazık ki bu güzel cümleyi gerçekten hayatına taşıyan insan sayısı artık çok az. Farklılıkları kabullenmek kolay değil, yüzleşmek daha da zor. Çünkü fark etmek, çoğu zaman sorumluluk almayı gerektiriyor ve bu yüzden biz bu farkındalıkları kabul etmekten kaçıyoruz.
Toplum olarak farklılıklara tahammül edemiyoruz. Sadece otizm değil, her türlü farklılık bize fazla geliyor. Kalıpların dışına çıkan herkes hemen sorgulanıyor, yargılanıyor ve dışlanıyor. Oysa dünya değişiyor, çocuklarımız da öyle. “Normal” denen çocuklar bile eski çocuklardan çok farklı. Eskiden bir sınıfta kırk çocuk sessizce otururdu. Şimdi girin bir sınıfa bakın. Çocukların biri şarkı söylüyor, biri dolanıyor, biri konuşuyor. Bize düşense onların bu farklılıklarını reddetmek, onları tek şekle sokmaya çalışmak yerine anlamaya çalışmak.
Otizm: İstisna Değil, Gerçek
Amerika Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’nin 2024’te yayımladığı verilere göre, artık her 31 çocuktan biri sekiz yaşına kadar otizm tanısı alıyor. Uluslararası araştırmalar ise her 6 çocuktan birinin gelişimsel bir farklılık gösterdiğini söylüyor. Yani farklılık artık istisna değil, hayatın gerçeği. Ancak biz, bu gerçeğe hala sırtımızı dönüyoruz.
Otizmli bir çocuğun annesi olarak, en çok canımı acıtan şey bu sırt dönülmesi oluyor. Okullar çocuklarımızı kabul etmek istemiyor. Küçük çocuklar başta kabulleniyor ama önyargıyı öğrenmeye başladıkları yaşlarda onlar da dışlamaya başlıyor.
Ben bu döngüyü kırmak için çabaladım, hala da çabalıyorum.
Otizmli bir çocuğu hayata katmak, çelikten sinirler, tükenmeyen sabır ve koşulsuz sevgi gerektiriyor. “Böyle bir gücün var mı?” diye 25 yıl önce bana sorsanız, tereddütsüz “Yok” derdim. Ancak bu yolculuk bana içimde olduğunu hiç bilmediğim bir gücü gösterdi.
Mücadeleyle Yeniden Doğmak
18 yıl finans alanında çalıştıktan sonra girdiğim mücadele beni bambaşka bir yere savurdu. Bir özel eğitim merkezi kurdum, sivil toplum kuruluşlarında çalıştım, sayısız yazı yazdım, üniversitelerin danışma kurullarında yer aldım. Çünkü biliyordum ki, bir kişinin bile hayatına dokunabilirsem bu çaba anlam kazanacaktı.
Yalnız değildim… Benim gibi nice anne ve baba var. Kitap yazan, bilimsel araştırmalar yapan, sivil toplum örgütleri kuran güçlü insanlar… Bazen “Parin Hanım, ben sizin kadar güçlü değilim” diyorlar. Oysa ben güçlü doğmadım. Hayatım kolaydı. İyi bir eğitim, destekleyen bir aile, huzurlu geçen gençlik yılları… Ama hayat bana bir sınav verdi ve ben o sınavla güçlendim.
Zümrüdü Anka Gibi…
Zümrüdü Anka kuşunu bilirsiniz… Küllerinden yeniden doğar. Ben de öyle oldum. Otizmle birlikte yeniden doğdum. Eski “ben” gitti, yerine bambaşka bir “ben” geldi. Aşamayacağımı sandığım ne çok duvarı yıktım, anlatsam inanamazsınız. Elbette yılgınlığa düştüğüm anlar da oldu, pes ettiğim günler sayısız… Ama her seferinde yeniden ayağa kalkmayı öğrendim.
Psikolojik Dayanıklılık Hiç Yıkılmamak Değil, Kalkabilmektir
Dışarıdan bakınca, sanki hiçbir şey beni sarsmıyormuş gibi görünebilir. Oysa içimde fırtınalar koptu. Psikolojik dayanıklılık, hiç yıkılmamak değil; yıkıldığında kalkabilmektir. Ve bazen yeniden ayağa kalkmak için en çok, kendinle baş başa kaldığında “Yalnız değilsin” diyen bir sese ihtiyaç duyarsın.
Benim için dayanıklılığın en önemli anahtarı, duygularımı bastırmak değil, onları tanımak oldu. “Bugün yorgunum” diyebilmeyi öğrendim. “Kırıldım, tükendim” demeyi…
Bir de şunu fark ettim: Biz anneler, çoğu zaman kendimizi unutuyoruz. Kendimizi ihmal ettikçe, çocuğumuza sunduğumuz enerji eksiliyor. O yüzden kendimize iyi bakmak, sadece bir “hak” değil, çocuğumuz için bir “sorumluluk.” Ben kitaplarla nefes aldım, arkadaş sohbetleriyle, bazen bir kahveyle… O küçük molalar, bana hayatın içinde kalma gücü verdi.
Birlikte Daha Güçlüyüz
Bu yolculuk tek kişilik değil. Biz buradayız. Aynı yolu yürüyen yüzlerce anne baba ile birlikte senin de yanında olmaya hazırız. Çünkü birlikte yürürsek daha güçlü oluruz. Sevgi, sabır ve dayanışma ile…