EN İYİ ÖĞRENME YOLU SORU SORMAKTIR

Yasemin ALPTEKİN, Ph.D: “Soru sorma ya da sorgulama bir saygısızlık gibi addedilir çoğu yerde. Oysa en iyi öğrenme yolu soru sormaktır. Sencer’e bu cesareti Melek Hanım, rehber öğretmeni veriyor. Benim kendi deneyimim de bazı öğretmenlerin kendilerini mutlak otorite olarak görmeleri, öğrenciden ya da velilerden gelecek en ufak bir eleştiriye açık olmamaları.

Farklılıklara saygı konusunda, aspergerli bir bireyi merkeze alarak yazdığınız ‘Dehliz’ eseri ile tanıdık sizi. Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?

Kitabı aspergerli çocuğu olan bir arkadaşımın isteği üzerine yazdım. Asperger ve fonksiyonel otizmliler hakkında çok az şey bildiğim için önce konuyla ilgili geniş bir araştırma yaptım. Sonrasında yazmaya başladım.

Sanki yıllarca aspergerli bireyler ile çalışmışsınız gibi uzmanlık detayları var kitabınızda. Bu bilgileri nasıl edindiniz? Ön çalışmanız hakkında bilgi verir misiniz?

Bu çok katmanlı bir çalışma ve araştırma gerektirdi. Önce aspergerli ve fonksiyonel otizmli bireyleri konu eden İngilizce kitaplar okudum. Bunların çoğu mizahi bir dille yazılmış romanlardı. Bu çok keyifli ve aydınlatıcı bir süreçti benim için. Türkçede bu konuyla ilgili bir ürün bulamadım. Sonra ciddi web sitelerindeki konuyla ilgili uzman görüşleri çok yararlı oldu. Youtube kanallarında otizmli bireylerin hazırladığı, yani birinci elden paylaşılan videolar izledim. Son olarak beyin yapısını ve nöronların beyin içindeki bağlantı farklılıklarını çok ayrıntılı anlatan bilimsel bir kitaptan çok yararlandım.

Daha önce hiç aspergerli bir birey ile tanışmış mıydınız?

Facebook’ta Hollanda’da yaşayan otizmli genç bir kadının paylaşımlarını takip ediyordum. Onun da çok katkısı oldu. Otizm spektrumu hakkında bilgilendikçe farkındalığım da arttı. Bu süreçte, uzaktan tanıdığım bazı çocuklarda gözlemlediğim davranış farklılıklarının otizm spektrumu içinde değerlendirilmesi gerektiğini anladım. Araştırmalarım ve kitap için yaptığım ön çalışma benim de farkındalığımı artırdı.

 Kitabınız “Tüm farklı çocuklara ve eğitimde farklılık yaratan öğretmenlere, rehber öğretmenlere” diyen ithaf cümlesi ile başlıyor. Burada mesleki tükenmişlik yaşayan öğretmenlerimize mesleklerindeki etki gücünü hatırlatmak için ne söylemek istersiniz?

Öğretmenlik bir gönül işi. Ruhen, bedenen ve akademik olarak çok yönlü bir donanım gerektiriyor. Ayrıca, öğretmenlik bir öğretme eyleminden çok bir öğrenme süreci. Mesleki yıpranması çok hızlı. Dünya hızla değişiyor, teknoloji ilerliyor, günlük olaylar ruh halimizi etkileyebiliyor. Bu hızlı değişim ortamıyla baş etmek için her gün yeni bir şey öğrenmeniz gerekli. ‘Teaching is learning’ derdim öğrencilerime. Bu öğrenme süreci benim için her zaman, mesleki anlamda, işimin en keyifli kısmı olmuştur.

Ayrıca, öğretmenlik bir kalıp kırma, bir farkındalık çabası da gerektiriyor. Bu kalıp kırmayı, öğretmenin, gerektiğinde, kendisine dayatılan normların dışına çıkabilmesi anlamında söylüyorum. Ülkemizdeki eğitim sistemi merkeziyetçi bir anlayışla hegemonik bir yapı. Oysa bölgenin, çevrenin, iklimin, ailenin, kısacası tüm dış etmenlerin öğrencinin öğrenme sürecinde etkisi var. O yüzden öğretmenlerin eğitim anlayışının, çocuğun gelişimini bir bütün olarak ele alarak, akademik odaklı olmaktan çıkarması, ‘insan odaklı’ bakış açısı geliştirmesi gerektiğine inanıyorum. Bu da öğretmenin önce kendisini ve çevresini iyi tanıması gerektiği anlamına geliyor. Kişilik yapısını bilmesi, kendisinin nasıl bir öğrenme ve eğitim sürecinden geçtiğinin bilincinde olması bunun ilk şartı.

Öğretmen kendini ön plana çıkaran değil, çocuk/öğrenci odaklı bir rehber tavrı içinde olmalı bence. Öğretmenin başarısı yoktur, çocuğun başarısı vardır. Çocuk başarılı olursa öğretmen başarılı sayılır. Çocuğun öğretmeni mutlak bir otorite olarak değil kendisine yol gösterecek bir yetişkin olarak görmesi de öğrenciyi rahatlatması bakımından çok önemli. Sınıfa girdiği andan itibaren bedenen, ruhen ve kafaca orada bulunması gerekiyor. Ailelerle iletişim de önemli tabii. Öğretmenlik bence dünyadaki en önemli mesleklerin başında geliyor. Bu konuda söylenecek çok şey var gerçekten.

Dehliz’in ana karakteri aspergerli bir genç olmakla beraber, etikten yakın dünya tarihine uzanan bilgileri içselleştirme fırsatı buluyoruz. Özellikle Sencer’in sınıfında çalınan telefonunu için “O ‘ahlaksız’ olan, nasıl iyi not aldı o zaman ahlak dersinden?” sorusu beni çok etkiledi. Röportajımızı okuyacaklar için biraz o bölümü açmanız mümkün mü?

Eğitim ailede başlar. Ahlaki değerler muhafazakâr toplumlarla özgürlükçü toplumlar arasında büyük farklılıklar gösteriyor. Kitaptaki eleştirel yaklaşım bunun altını çiziyor. Yani aileden gelen ahlak anlayışı ile muhafazakâr bir anlayışın direttiği ahlaki kavramların çelişkisi.

Ahlak dersinde, ki kitaptaki sorular orijinaldir, MEB’nın altıncı sınıflar için hazırladığı sınav sorularından aldım onları—sorulan o sorular tamamen ezberci, biatçi ve temele yani insan gelişimine hizmet etmeyen bir anlayışın ürünü.

Kitabınızda otizmli bireylerin doğrusal mantığından çok şey öğrenebileceğimizi görüyoruz. Sencer mantığına uymayan her şeyi açık açık soruyor. Biz nörotipikler ‘kibarlık’ için sorularımızı gereğinden fazla yutuyor olabilir miyiz?

Kibarlıktan çok kültürel baskı diyebiliriz. Söz büyüğün sus küçüğün diye bir söz vardır dilimizde. Ayrıca ayıp, günah, yasak üçgeninde yaşayan bir toplumuz çoğu zaman. Soru sorma ya da sorgulama bir saygısızlık gibi addedilir çoğu yerde. Oysa en iyi öğrenme yolu soru sormaktır. Sencer’e bu cesareti Melek Hanım, rehber öğretmeni veriyor. Benim kendi deneyimim de bazı öğretmenlerin kendilerini mutlak otorite olarak görmeleri, öğrenciden ya da velilerden gelecek en ufak bir eleştiriye açık olmamaları. Öğrenci de öğretmenin vereceği tepkiden korkarak ya da çekinerek susmayı yeğliyor!

Biraz teknik bir soru olacak belki ama kitabı ne kadar sürede yazdınız?

Yazma aşaması tam üç ay sürdü. Kendime bir takvim yapmıştım. O süreyi çok disiplinli bir şekilde uyguladım. 13 Aralık’ta başladığım yazma süreci 13 Mart 2013’te bitti. Ancak sonrasında onlarca kez okuyup düzeltmeler yaptım.

 Bitirdiğinizde neler hissetiniz?

O güne kadar izlediğim eğitim ve öğretim çizgimin çok dışında ve çok farklı bir alanda bir başlangıç yaptığımı düşündüm. Daha sonrası, biraz merak, ne olacak şimdi gibisinden. Daha sonra da biraz çekingen biraz heyecanlı bir ruh hali. Okunacak mı, kim okuyacak türü sorular.

 Okuyucularınızdan nasıl tepkiler aldınız?

Çok çok olumlu geri bildirimler. Aldım. Oğlunun adı Sencer olan bir anne yazmış. Oğlum otizmli, bu kitabı nereden bulabilirim, diye sormuştu.

Çalışma hayatınıza şu an çevirmen olarak devam etseniz de eğitimcilikten geliyorsunuz. Bireyselleştirilmiş eğitim ihtiyacı hem ülkemizde hem de dünyada giderek artıyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Önce temel becerilerden ve ortak değerlerden başlamak gerektiğine inanıyorum. Bu da bir arada yaşamayı öğrenmek, öğrenmeyi öğrenmek, beceri kazanmak (okuduğunu anlamak, verilen direktifleri anlamak, bir konuda yetkinlik kazanmak gibi) ve insan olmayı öğrenmekten geçiyor. İnsan olmayı öğrenmek derken, karakterimizde olmasını istediğimiz nitelikleri veya ahlaki değerleri aşılamak anlamında söylüyorum. Yani, ancak insan olmayı öğrenerek kendimizle barışık insanlar olabiliriz.

Bu öğrenme biçimi, bedenin, zihnin ve ruhun kişisel gelişimiyle ilgili faaliyetlerin sürekli uygulanmasını da içeriyor. Spor, tiyatro, müzik, sanatın her dalı, dans gibi faaliyetlerin okul ve eğitim dışında bırakılıp sadece sınav ve üniversiteye girişe odaklanmış bir eğitim anlayışı eğitim değil bence. Kişinin yaratıcılığını artırarak, kendini keşfetmesine yardımcı olacak ve karakterini güçlendirecek etkinliklerin ön planda olması insan gelişimine ders kitaplarından daha fazla katkıda bulunur.

Toplumda iyi durumda olan pek çok akıllı insanın yolsuzluk olaylarına yakalandığını haberlerde görüyoruz. Ayrıca iyi üniversitelerde okuyan, iyi işler yapan birçok gencin intihara kalkıştığını da görüyoruz. Ayrıca birçok eğitimli insanın çevreye verdiği zararı düşünmediğini de görüyoruz. Bu akademik eğitimin yetersizliği ya da içerik noksanlığından kaynaklanıyor düşüncesindeyim.

Paradan bağımsız gerçek anlamda “zenginlik” okullardaki çocuklara ve gençlere ne kadar aktarılabiliyor sizce?

Çok büyük bir genelleme yapmak istemem ancak aktarıldığını da söylemek de zor. Herkes doktor, avukat, mühendis olmak istiyor. Ya da kısa yoldan zengin olmak. Özendirilen hayatların içinin boş olduğu anlatılmıyor gençlere. Duygusal tatmin, iç huzuru gibi kavramlar, arkanızda nasıl bir isim bırakacağınız gibi konular konuşulmuyor. Nasıl bir insan olmak istersin diye sorulmuyor çocuklara. Her şey ailelerin ya da eğitimin dayatması şeklinde yürüyor. Eğitim, şu anda satın alınan bir meta durumunda. Diploma alındıktan sonra eğitim bitmiş gibi düşünülüyor. Oysa insan olma çabası tam anlamıyla ‘hayat boyu eğitim’…

Son olarak özel gereksinimli çocuğu olan ailelerimize ne söylemek istersiniz?

Çocuğunuz için yapacağınız her olumlu çaba sizi insan olarak bir üst düzeye çıkaracaktır, demek isterim. Paylaşın, sorun soruşturun, öğrenin. Hayatın anlamı başkaları için özellikle çocuklarınız için ne yaptığınızdan geçiyor. Özel gereksinimli olsun olmasın her çocuk onu dünyaya getiren anne-babanın ürünüdür. Anne-baba olarak kendinizi önemseyin ve çocuğunuzu sevin. Sevgi her şeyin ilacıdır. Sevin sevin sevin ve olumsuzluklara prim vermeyin.