PROBLEM DAVRANIŞLAR GÖZÜNÜZÜ KORKUTMASIN!
Bilgi Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Çocuk Gelişimi Bölüm Başkanı Öğrt. Görv. Uzm. Çge .Çiğdem Ülker ile konuştuk.
Problem davranışın tanımı içinde bulunduğumuz psiko_sosyal ve kültürel ortamdan tutun çocuğun yaşından cinsiyetinden, çocuğun gelişiminden, uyaranlardan, aile tutumlarından gibi birçok faktöre göre değişebilir.
Örneğin; 3 yaşındaki bir çocuğun ağlayarak istediklerini elde etmesi olabilecek bir durumken,13 yaşındaki bir çocuğun bunu yapmakta zorlanması ya da yapamaması davranışsal bir sorun olduğunu bize düşündürebilir. Burada önemli olan yaşına uygun mu? gelişimine uygun mu ve akranlarıyla ne derece farklılık gösteriyor?
Başka önemli bir noktada davranış problemi olarak gördüğümüz şey acaba gerçekten bir problem davranış mı? Yoksa anne ve babaya, çevreye göre mi bir problem davranış? Çocuğun kendine zarar verici davranışları var mı? Bu zarar verici davranışlar çevreye de yansıyor mu? Hangi eylemin ya da duygunun sonunda çocuk bu istenmeyen ve beklenmeyen davranışları yapıyor? Bu davranışlar bir amaca ulaşmak amacı ile mi yapılıyor yoksa nedenini anlamakta zorlanıyor muyuz? Çoğu zaman hiçbir davranış anlamsız değildir, bunları analiz edebilmek için çocuğu ve davranışı çok iyi gözlemelemek gerekir.
Bilgi Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Çocuk Gelişimi Bölüm Başkanı Öğrt. Görv. Uzm.Çge .Çiğdem Ülker ile konuştuk.
Hocam öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Adım Çiğdem Ülker, (2004) Ankara Gazi Üniversitesi Çocuk Gelişimi ve Okul Öncesi Eğitimi Öğretmenliğinden mezunum. Mezun olduğum sene İstanbul’da özel eğitim ve rehabilitasyon merkezinde çocuk gelişimci olarak göreve başladım ve 11 yıl tam zamanlı olarak görev yaptım.(2013) Nişantaşı Üniversitesi Genel Psikoloji bölümünde yüksek lisansımı yaparken aynı zamanda Çocuk Gelişimi bölümünde de Özel Eğitim dersleri vermeye başladım. Alanda daha fazla bilgi ve beceriye sahip olabilmek adına birçok eğitime katıldım, Özel eğitim usta öğretici, masal terapi, oyun terapi, Çocuklarda gözlemlenen davranış problemleri ve müdahale yöntemleri, otizm spektrum bozukluğu olan öğrenciler için beden eğitimi ve spor çalıştayı, gölge öğretmenlik eğitimi, özel eğitim öğretmenliği, anaokulu yöneticiliği, psikolojik danışmanlık ve rehberlik zirvesi, ev ve aile danışmanlığı, montessori eğitimi, gibi eğitimlerin dışında Yıldız Teknik Üniversitesinden Aile Danışmanlığı Sertifika programını tamamladım, eğitimlerime halen Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Engelli Bakımı ve Rehabilitasyon bölümünde öğrenci olarak devam etmekteyim.
Şu an 2014 yılından beri Bilgi Üniversitesi SHMYO’da Bölüm Başkanı ve Öğretim Görevlisi olarak görev yapmaya devam etmekteyim. Özel eğitim gereksinimi olan çocuklarla neredeyse tüm alanlarda çalıştım diyebilirim. Bugüne kadar birçok klinikte, farklı eğitim kurumlarında yönetici ve öğretmen olarak farklı kademelerde görev aldım.
Özel gereksinimli olsun olmasın, çocuklarda “problem davranış” denilen şey nedir?
Problem davranış çocuğun kendisine ya da çevresine zarar vermesi, süreklilik arz etmesi ve kazanılmış davranış olarak karşımıza çıkar. Burada öncelikle sıklık ve süreye dikkat etmemiz gerekiyor. Bizim problem davranış olarak gördüğümüz şey acaba gerçekten bir problem davranış mı? Yoksa anne ve babaya, çevreye göre mi bir problem davranış? Çocuğun kendine zarar verici davranışları var mı? Bu zarar verici davranışlar çevreye de yansıyor mu? Hangi eylemin sonunda yapıyor? Anlamlı mı, anlamsız mı?
Otizm spektrum bozukluğunda (OSB) çocuklar bazen anlamlandıramadığımız davranışları da gösterebiliyor. Tipik gelişim gösteren bir çocukta bu davranışı çözümlemek ya da anlamak çok daha kolay olabiliyorken özel gereksinimli çocuklarda bu durum daha karmaşık bir şekilde karşımıza çıkabiliyor.
En genel hatlarıyla çocuk problem davranış olarak neler yapar?
Başta şiddet diyebiliriz. Şiddet genellikle öfke ve zarar verici davranışlarla birlikte görülebiliyor ve çevre, zaman ve konum fark etmeksizin ani çıkan davranışlardır diyebiliriz. Bir yol değişikliğinde de çocuk öfkeye kapılıp aniden bunu yapabilir. Bizim anlamlandıramadığımız ama çocuğun anlam yüklediği bir davranışın sonucunda, engellendiğinde, çatışmaya girdiğinde, kendini tehlikede hissettiğinde bu tarz davranışlar sergileyebilir. Eğer bunları sürekli yapıyorsa, takıntıya dönüşmüş mü, dönüşmemiş mi diye bakmak da önemlidir.
Diyelim ki hastaneye gittiğinde kendini ısırıp tırmalıyor ya da başkalarına zarar vermeye çalışıyor. Otizmli olsun olmasın, bu problem davranış mıdır?
Problem davranış demekten ziyade çocuğun duygusunu ifade şekli diyebiliriz. Acaba bir öncesinde çocuk hastaneye gittiğinde nasıl bir durum ile karşılaşmıştı? Belki de orada canı acıdı ve bunu hatırlıyor. Belki de hastaneye zorla götürüldü. Ya da çok hastaydı ve o ortam onu gerdi. Problem davranışları etiketlemek çok kolay ama bazen de sırf bu yüzden hata yapıyoruz. Problem davranışa odaklanmaktan ziyade, altında hangi kök duyguya da bakmak lazım.
Problem davranışların altında yatan nedenler neler olabilir?
İçsel faktörler ve dışsal faktörler diye ayırt edebiliriz. Bu, bütün çocuklar ve bireyler için de geçerlidir. Çocuğun hiperaktivitesinin olması, dürtü probleminin olması, anne-baba ile kurduğu bağ, sosyal hayatında akran zorbalığına maruz kalıp kalmaması, anne baba tutumlarının çok baskıcı ya da çok esnek, tutarsız olması gibi pek çok neden bulunabilir. Bizim kendi dürtüsel ve duygusal problemlerimiz, davranışsal problemlerimiz, öfke kontrolsüzlüğümüz de bunları tetikliyor olabilir. Genellikle baskıcı, zorlayıcı, çocuk için risk ve tehlike oluşturan şeyler problem davranışları tetikliyor diyebiliriz.
Problem davranışları nasıl ele almalıyız?
Burada öğretmen, anne-baba arasındaki üçlü iletişim eksikliğini de yok saymamalıyız. Anne babaların da bazen çok gerçekçi beklentileri olmayabiliyor ya da başarıyı süreye sığdırmaya çalışıyor. Bugün şu beceriyi çalıştık çocuk bunu kazanacak gibi. Ama özel gereksinimli bir çocukta bu süre düşündüğümüz kadar kısa olmayabiliyor. Orada problem davranışları çözebilmek için sabırlı ve tutarlı gitmemiz gerekebiliyor.
Aslında burada önemli olan çocuk ne zaman, hangi davranışı, niçin gösteriyor? İyi bir gözlemci olursanız, çocuğunuzu yakından tanımaya çalışırsanız, bunları azaltmak mümkün. Sistematik bir şekilde çalıştığınızda da başarıya ulaşıyorsunuz. Ben bir özel öğrencim ile beş yıl çalıştım, çok uzun bir süre. Kendini baskı altında hissettiğinde tuvaletini altına yapma davranışı vardı. Yıllardır gösterdiği bu davranış neredeyse kemikleşmişti. Fakat anne –babaya gerekli aile eğitimini verdikçe, ailede bizleri destekledikçe ve tutarlılık oluştukça çocukta bu davranış zamanla ortadan kalktı.
Otizmlilerde görülen problem davranışlar ile tipik çocuklarda görülen problem davranışlar arasında bir fark var mı?
Problem davranış dediğimiz şey; öfke, yere yatma, ağlama, kızgınlık, hırçınlık, tırnak yeme, saç çekme, ısırma, vurma ya da çarpma gibi davranışlardır. Bunlar aslında her çocuğun yaptığı şeyler.
Burada fark şurada yatıyor; tipik gelişen bir çocuk bir süre sonra kendi davranışlarının sonuçlarını daha net anlayabiliyor.
Dışarıdan gelen tepkiler ile kendi yaptıklarını kıyaslayabiliyor. Özellikle sosyal kontrol devreye girdiğinde çocuk oto kontrolünü biraz daha iyi gerçekleştirebiliyor. Ama otizmde, farkındalığı düşük bir çocuksa bunları çok uzun süre yapabiliyor. Çünkü bu durumları anlamlandırma beceresi daha düşük. Bir de otizmli çocuklarda bize göre anlamlı olmayan ama onlar için anlamlı tekrarlayıcı ve takıntılı davranışlar çok daha fazla olabiliyor.
Genel olarak otizmli çocuklar ve tipik gelişen çocukların problem davranışları arasında tekrarlayıcılık açısından bir fark olduğunu düşünüyorum. Yoksa eylemsel olarak her çocuğun gösterebileceği davranışları otizmli çocuklar da gösteriyor.
Eğer müdahale edilmezse bu davranışlar çok uzun süre kalabilir mi?
Evet, kalabilir hatta yerleşebilir. Sonlanmayada bilir. Otuz-otuz beş yaşında olup hala parmak emen, tuvalet alışkanlığını kazanmamış birçok birey tanıyorum.
Otuz yaşından sonra o davranışı değiştirmek gerekir mi?
Bize anlamsız geliyor diye her davranışı değiştirmek gerekmez. O davranış otizmliye ve çevresine zarar veriyor mu? Ona bakmak gerekiyor. Eğer bu davranış bireye ve çevresine zarar vermeyen bir davranış ise ve çocuk bunu yaparken haz alıyor, rahatlıyor ve onu sakinleştiriyor ise (örneğin elinde kâğıt tutmak, nesne taşımak vb.) sonlandırmak için çok da ısrarcı olmamak gerekir diye düşünüyorum.
Müdahale edilmeyen her problem davranış kalıcılık riski doğurur mu?
Çocuk bu davranışı niçin yapıyor? Bu davranışın sonunda ne elde ediyor? Bunları değerlendirmeliyiz. Eğer çocuk bu davranışı ile bir şey elde ediyorsa, bir anlamda ödüllendiriliyorsa yapmaya devam eder.
Problem davranış, bazen gösterilen olumsuz tepkiyle de pekiştirilebilir. Çocuk o tepkiyi, dikkat çekmek gibi algılayabilir. O davranışın karşısında biz ne yapıyoruz? Mesela çocuğa “Hadi sen çok kızdın gel dışarı çıkalım,” denirse, o da “ böyle yaptığımda dışarı çıkarılıyorum” diye düşünebilir. Eğer amacı dışarı çıkmaksa o davranışı pekiştirmiş oluruz. Bu da kalıcılığa sebebiyet verebilir ama her davranış kalıcı olacak diye kesin bir durum da söz konusu değil. Bazı davranışlar kendiliğinden de sönebiliyor.
Çocuğun kendine zarar verdiği; kafasını duvara vurma, kendini ısırma, tırmalama gibi durumlarda aileler ne yapacağını şaşırıyorlar. Bu durumda önerebileceğiniz bir taktik var mı?
Önce şuna bakmak lazım, aile neden şaşırıyor? Çocuk eğer bir davranışı sürekli yapıyorsa ailenin şaşırma durumunu çoktan aşmış olması gerekir. Şaşıran aileler bana göre aile içi iletişimin sınırlı olduğu ya da anne ve babanın çok iyi gözlemci olmadığı durumdalar. Çünkü ben de bir anneyim. Ben çocuğuma bir davranış yaptığımda onun bana dönüşünün neler olacağını biliyorum. Şu davranış benim çocuğumda şöyle bir etki yaratacaktır diyebiliyorum. Burada iyi bir gözlemci olup çocuğun bir davranışsal listesi tutulmalı. Çocuklarını hoşnut eden ve etmeyen durumları bilmeliler. “Bunları yaptığımızda vurma davranışı gösteriyor. Şu durumlarda saldırma davranışı gösteriyor. Dışarıya çıktığında hoşlandığı yerler var, hoşlanmadığı yerler var”, bunları iyi ayırt edersek şok olmayız. Önce bu duruma hazırlıklı olmalı ve karşılaşacağımız şeylere hazırlanmalıyız. Bilirsek önlem alabiliriz.
Bu şaşkınlıklar aslında nasıl bir önlem alacağımızı, nasıl koruyacağımızı bilmediğimizden de kaynaklı…
Burada davranış listesi yapmak bizim için önemli. Özel eğitimde verdiğimiz sürekli bir davranış listesi vardır. Çocukları iyi tanımaya çalışmak için aileden, yakın çevresinden, psikiyatrisinden ve terapistinden bilgi alırız. Çocuğu da iyi gözlemlemeye çalışırız ve bu listenin sonucunda biz çocukta kaba bir değerlendirme yaparız. Bu değerlendirmede uygun olmadığını düşündüğümüz davranışları değiştirmeye çalışırız. Bence aileler de bunları kendi çocukları için denemeli. İşbirliği yaparak uzman desteğine de başvurabilirler.
Diyelim çocuğumuzun eğitime giderken kullandığı rutin bir yol var. O gün yol kapalı ve aile başka bir yöne saptı. Çocuk yolda öfke krizi geçirdi. Ne yapacağız bu durumda?
Evet, bu çok sıklıkla karşılaştığımız ve ailelerin gerçekten çaresiz kaldığı durumlardan biri. Hatta sadece aileler değil, ben de rehabilitasyon merkezinde çok kez çalışırken böyle durumlarla karşılaştım. Öncelikle çocuğumuzun rutine bağlılığını biliyorsak problem davranışlar ortaya çıkmadan önce harekete geçmeliyiz. Konuşarak ya da resimler göstererek o gün başka bir yoldan gideceğimizi anlatabiliriz. Öfke krizi sırasında davranışı değiştirmek pek mümkün değil. Arabayı yolun kenarına çekerek o krizin bitmesini deneyebiliriz, sakinleştirmek için konuşabiliriz. Otizmli çocuklar rutinlerine çok bağlı olabiliyorlar.
Rutinlere bağlılığı aşmak için yaptığınız bir çalışmanıza örnek verebilir misiniz?
Bir ara Turkcell’in Selocan reklamları çıkmıştı. Bir öğrencim onlara karşı aşırı takıntılı bir söylemde bulunmaya başlamıştı, ne zaman sosyalleşmek için dışarı çıksak, yolumuzun üzerindeki Turkcell’e girip Selocan’a bakmak istiyordu. Daha önce de birkaç kere yapıldığı için bu davranış pekişmişti. Peki, çocuğun bu isteğini nasıl çevirebiliriz? Düşündük. Çocuk gitmek, görmek, dokunmak istiyor. Her şeyi engelleyemeyiz. Her şeyden onu izole etme şansımız da yok. Yani bir taraftan da toplumsallaştırmaya ve normalleştirmeye çalışmalıyız. Biz dedik ki, “Artık Selocan kapandı. Oraya gitmiyoruz” ama bütün Selocanların maketlerini aldık. Eve koyduk. Kâğıtlardan bir dükkân yaptık ve üstüne de Turkcell yazdık. Bir vitrin yaptık ve Selocanları oraya yerleştirdik. Ne zaman Selocan derse, biz gidip orada küçük bir drama yapıyorduk. Bir süre sonra bu davranışı söndü. Yani aslında çözüm var mı, var.
O davranış fazla yerleşmeden müdahale edilirse, çözüme daha kolay ulaşılıyor. 20 yıl aynı yoldan giden insanlar biliyorum.
Siz 20 yıl boyunca bu davranış pekiştirmişsiniz. O kişinin değişikliklere karşı tepkisi tabii ki çok sert oluyor. Farklılıkların, takıntı oluşturmadan önce çocuğun hayatına girmesi gerekiyor. Bu şekilde çocuk da daha esnek davranabilmeyi öğreniyor. Ama tekrar ilk sorunuza dönersem… Öyle bir durumda aile ne yapacak? Eğer öfke nöbeti geçiriyorsa onu sakinleştirebilecek farklı bir yol denemeli. Bir müzik açılabilir, ilgilendiği bir etkinlik, bir oyuncak sunmayı deneyebilir. Arabayı bir kenara çekip, “Bak şimdi burada trafik var. Başka bir yoldan gitmeliyiz,” diyerek telkin yolunu deneyebilir. Ama orada öfke krizi gerçekleşiyorsa bazen de krizinin geçmesini beklemek durumunda kalıyoruz. O krizden sonra bir daha benzerini yaşamamak için çalışmalar planlıyoruz.
Ebeveynler problem davranışlar ile mücadele ederken çevrelerinden de tepki görebiliyorlar. ‘Ağlatmayın, çocuğu’ diyenler araya girebiliyor. Anne ve babaların her şeye rağmen tutumunu sürdürmesi neden önemli?
Benzer bir şeyi ben de yaşadım. 20 yaşlarında çok tatlı bir öğrencim vardı. Sürekli benden dondurma istiyordu. Gidip dondurma aldık. Dönüş yolunda bir baktı dondurma bitmiş! Öfke krizi başladı. Bu sırada yolun kenarında da, mahallenin yaşlı teyzeleri oturmuş çekirdek çitliyor ve bir taraftan da bizi izliyorlardı. Öğrencim şiddet davranışları gösteriyor, dondurma istediğini söylüyor ve öfkesinden benim sesimi duymuyordu. Haliyle sesimi yükseltmek zorunda kaldım. “Sakin ol, dondurma alacağız” demeye başladım. Hani biz açık net olmak için bazen yüksek tonda konuşuruz ya o tonda konuştum. Teyzelerin biri “Allah ona zaten çarpmış. Sen bu çocuğa niye bağırıyorsun? Koskoca kadınsın alsana dondurmasını!” diye araya girdi. Ben de ona “Teyzeciğim, ben şu an bağırmıyorum. Ben onun özel eğitimcisiyim ve o şu anda çok kızdığı için beni duymuyor. Sesimi ona duyurmak için yükseltiyorum” diye açıklamaya çalıştım ama hiç kolay olmadı. Bunun gibi binlerce örneği biz parkta, bahçede, hastanede hatta kendi ev ortamımızda büyük ailemizin içinde yaşıyoruz.
Bu sadece ailenin çözebileceği bir problem değil. Geleneksel yaklaşımımızda çocuklarımıza yüklediğimiz anlam çok önemli. Biz özel gereksinimli çocuklara hep vicdan tarafından bakıyoruz. Orada anne ve babanın bir yaptırım uygulaması, karşı tarafa vicdansızlıkmış gibi geliyor. ‘Zavallı çocuk’, ‘şimdi çocuktur yapar’, ‘onlar melektir bırak yapsınlar’ denilerek ailelerin hayatlarına sürekli müdahale ediliyor. Burada aile de çıkmaza giriyor. Ev içerisinde gösterdiği tepkiyi dışarıda sosyal tepki çekmemek adına uygulayamıyor. Fakat bunun faturası yine o aileye kesiliyor.
O kişilere karşı ne yapmalı?
Ailelerin, herkese çocuğunun durumunu ve özel eğitimi anlatması mümkün değil. Genel olarak ben olabildiğince yok saymaları gerektiğini düşünüyorum. Fakat küçük küçük çalışmalarla önce kendi sosyal çevrelerinden başlayarak, sık karşılaştıkları insanlara anlatabilirler. Ama dışarıda, sokakta, metroda, metrobüste bunlarla her zaman karşılaşıyoruz. Burada olabildiğince bizim davranış değişikliğine gitmememiz gerekiyor. Çünkü o değişiklik çocuğumuz için bir tutarsızlık sergilemek anlamına geliyor.
Tabii bunları söylemek çok kolay ama yaşamanın o kadar kolay olmadığını ben de biliyorum. Dışarıya çıkardığımızda çocuğumuz olumsuz bir davranış sergilediğinde, diğer insanların anneyi kınayan gözlerle bakması anne için de ciddi psikolojik bir gerginlik sebebi oluyor. Üzülüyor anneler. Ben de buna üzülüyorum aslında. Bu durum ancak toplumsal bilinçlenmeyle aşılabilecek bir şey.
Sosyal çevreden önce kendi evimizde de bu sorunu yaşayabiliyoruz. Babaanneler, anneanneler, merhametli ve şefkatli davranmak adına problem davranışları tetikleyebiliyor. Onların yaklaşımı nasıl olmalı?
Aslında büyük ebeveynler bunu normal gelişim gösteren çocuklara da sık yapıyor. İlk mevzu sorumluluk değil, sevgi oluyor. Çünkü sorumluluk çocuğun annesine babasını ait. Onlar ikincil ebeveyn olarak torunlarım gelsinler, eğlensinler, yanımda olsunlar beni sevsinler diye kendi çocuklarına göstermedikleri tavizi gösteriyor. Ya da tam tersine çok müdahaleci olabiliyorlar. Çünkü 40 yaşına da gelse, o bizim çocuğumuz ve biz onun her şeyine müdahale edebilme hakkını kendimizde görüyoruz. Aile sınırlarıyla ilgili bir sorunumuz var. Türkiye’deki en büyük problemlerden biri kök ailenin çekirdek aileye sürekli müdahale etmesi. İç içe geçmiş aile sistemlerimiz olduğundan tutum ve davranışlarımızı korumakta zorlanıyoruz. Bir de özel bir çocuk olunca, orada vicdan biraz abartılı pozisyonda devreye girebiliyor. Hatta bazen anneyi bile yok sayıp “Sen yapamıyorsun, sen bakamıyorsun, senden dolayı böyle oldu, çocuk iyi beslenemedi, bende kalsın ben onu düzeltirim” sözleriyle psikolojik şiddet de uygulanabiliyor. “Sorumluluğunu alıp biz bakarız, biz büyütürüz” diyebiliyorlar. Onlar bizi hala kendi uzantıları olarak gördüklerinden bir sınır çizmeye çalıştığımızda, bu da ukalalık gibi algılanabiliyor. Yanlış noktalara gidebiliyor. Onlara “Bu benim ailem. Sizinle bir araya geldiğimizde başka bir aileyiz. Fakat benim eşim, çocuğum ve kurallarım başka” diyerek neden böyle olması gerektiğini anlatmak gerekiyor.
Peki, yetişkin olduğumuz halde kendi anne babalarımız ile sürdürdüğümüz ilişki neden hala böyle?
Bence eş olarak görev ve sorumluluklarımızı çok iyi bilmiyoruz. Evleniyoruz ama kök ailemizden kopuşu sağlıklı gerçekleştiremiyoruz. Bu yüzden de hep onlar can simidimiz gibi görünüyor. Ayrıca bizim yaşlılarımızın kendi alanları ve sosyal aktiviteleri de yok. Bu yüzden müdahaleci oldukça kendilerini daha işe yarar hissediyorlar.
Bir de “gelin” bir birey gibi değil, o evin çocuğuymuş ve uzantısıymış gibi algılanıyor. Fakat “gelin” o yaşa gelene kadar kendi hayatını idame ettirmiş, kendi doğrularını seçmiş ve dünyaya gelen çocuğuna da kendi doğrularını göstermek istiyor. İçinde olduğu kök aile dinamiği ise şunu söylüyor “Sen benim oğlumla evlendiysen, benim gerçeklerimi kendi çocuğuna da empoze edeceksin. Benim gerçeklerimle bu evliliği devam ettireceksin”. Bu da çatışmada çocuklar çok fazla zarar görüyor. Mesela çocuk anneanneye gittiğinde yasaklar tamamen ortadan kalkıyor.
Peki, bir problem davranış ne kadar uzun süre yerleşirse silmesi o kadar zor oluyor mu?
Evet, bu sadece otizmliler için değil bütün insanlar için geçerlidir. Çünkü takıntı, obsesyon dediğimiz şeyler zaten çok kısa sürede oturan durumlar değil. Bu davranışların yerleşmesi için orada bizi besleyen bir şeyin olması gerekiyor. Bizi besleyen bir durum var ki, ben bu davranışı yapmaktan haz alıyoruz. Haz aldığım şeyde de takıntı geliştiririm. Hani düşünsel olarak ya da eylemsel olarak haz ilkesini esas alacaksak burada şuna çok dikkat etmek gerekiyor; doğru zamanda bu davranışın önünü kesebilmek. Yıllarca gerçekleşen bir davranışsa ve çocuğa ya da çevresine çok ciddi anlamda zarar vermiyorsa bunu sonlandırmak da gerekmiyor. Yanında ataş taşıyan bir çocuk ya da ayısıyla uyuyan bir çocuğun kime zararı var? Taşısın, uyusun. Ayrıca şuna da dikkat etmek gerekiyor, bir takıntıyı ortadan kaldıracağım derken, bunu anında sonlandırıp çocuğu boşta bırakmak da yeni problemler oluşturabilir. Çocuk ayısı ile uyuyordu. Anne baba dedi ki “Artık 10 yaşındasın. Ayıyla uyumayacaksın”. Çocuğun kolları boş kaldı. Yerine bir şey koymanız gerekiyor. Davranış değiştirme yapacaksanız, alternatif davranışları belirlemeniz gerekiyor. Bu davranışın yerine çocuğun davranışını pekiştirecek ve ona aynı hazzı verecek; başka bir davranışı, eylemi ya da nesneyi koymanız sonra bunu kademeli olarak sistematik duyarsızlaştırma dediğimiz bir şekilde çocuktan geri çekmeniz gerekiyor.
Problem davranışlarda, okula başlangıç ya da ergenlik gibi dikkat etmemiz gereken yaş dönemleri var mı?
Her dönemin kendine ait kritik olayları vardır. Biraz bilinçli olursak bu kritik olaylarda ve öncesinde ne ile karşılaşacağımızı bilirsek, hazırlıklı oluruz. Özel gereksinimli bir çocuktan bahsedecek olursak eğer dönemsel olarak bazı davranışlar sönebilir ya da bazı davranışlar tavan yapabilir. Özellikle okul ortamı gibi sosyal bir ortama girmesi çocuğun biraz savunmasız kalmasına yol açabilir. Çünkü evde korunaklı bir ortamda anne, baba ya da kardeşleri vardı. Bir şekilde işler onun istediği gibi ilerliyor ve idare edilebiliyordu. Davranış problemleri göz ardı edebiliyordu. Fakat okul ya da sosyal hayat böyle değil. Dolayısıyla evde 3 kişiyle kurduğumuz ilişkiyle 30 kişinin içerisinde kurduğumuz ilişki aynı olmuyor. Ergenlikten söz edecek olursak, insan hayatında fiziksel gelişimin ikinci level yaptığı evrim. Çünkü işin içerisinde hormonlar giriyor, iç salgı benzeri giriyor ve birey bedensel olarak da farklılaşıyor. Normal gelişim gösteren bir çocuğun bile bunu anlamlandırması için zaman gerekiyor. Bir takım davranışsal ve psikolojik farklılıklara sebebiyet verirken, özel gereksinimli olan bir çocukta daha farklı davranışlar, eylemler, anlamlandıramadığımız takip etmekte zorlandığımız bir takım tutum ve davranışlar olabilir. Bunun öncesinde bir takım önlemler alıp çocuğu sürece hazırlamak, ön bilgilendirme yapmak, model olmak bu noktada önemli olabilir.
Tipik gelişen bir kardeş, otizmli kardeşin problem davranışlarını örnek alabilir mi? Bu konuda nelere dikkat etmek lazım?
Alabilir. Neden almasın? Eğer benim otizmli bir abim varsa ve istediği her şeyi ağlayarak elde ediyorsa, ben de bunu yaparak elde edebilirim. Bir çocuğa özel gereksiniminden dolayı çok taviz gösterirken diğer çocuğa gerçekçi olmayan beklentileri çok fazla yüklemek, sorumluluğu çok fazla vermek, sürekli doğru rol model olmaya çalışmasını istemek, çocuklar arasında kıskançlık, kızgınlık, öfke, depresyona yol açabiliyor. Hatta bununla ilgili birçok çalışma da var. OSB’li kardeşi olan bireylerde sosyal izolasyon daha fazla görülüyor. Davranış problemleri gösteren kardeşleriyle birlikte dışarıya çıkmak istemiyorlar. Çünkü kardeşinin dışarıda yaptığı davranışların bedelini o çocuk ödeyebiliyor.
Anneler babalar bu kardeş ilişkilerinde nelere dikkat etmeli?
Öncelikle, hiçbir çocuk başka bir çocuğun güvencesi değil. Kardeşine bakım vermek durumunda değil. Şimdi kendimizi düşünelim, benim ailem özel gereksinimli kardeşime benim bakacağımı söylese bu çok ciddi bir yük, çok ciddi bir sorumluluk olmaz mıydı? Ben belki hayallerimden vazgeçmek zorunda kalırdım. İnsanın da nihai amacı nedir? Kendini gerçekleştirmek. Siz bunu çok erken dönemde, 4 yaşındaki bir çocuğa, 2 yaşındaki kardeşinin sorumluluğunu verdiğinizde bu sorumluluk o çocuğu rahatsız eder. Yani kıskançlık, kızgınlık kardeşiyle birlikte iletişim kuramamasına da sebep aslında çoğu zaman bu tutumlar. Daha yumuşak bir şekilde “Kardeşinin bakımından sen sorumlu değilsin ama biz bir aileyiz. Burada da senin yardımın, senin desteğin çok kıymetli” diyebiliriz. Aslında özel gereksinimli bireylerin bakımı sadece ailenin görevi olmamalı. Sosyal devlet anlayışında, bu sorumluluk sadece ailenin sırtına yüklenmeden çözülüyor. Doğru şekilde hizmet veren bakım evlerinin ve alanda çalışan uzmanların sayısı artarsa sayısı artarsa toplumsal bir rahatlamaya gidebiliriz. Aksi türlü devam ettiği sürece ailelerin de bazı çıkmazları var.
Son olarak ailelerimize ne söylemek istersiniz?
Gelişimsel problemler çocuğun seviyesine göre değişiklik gösterebiliyor. Bazı çocuklarda, bazı süreçler çok daha zorlayıcı olabiliyor. Ailelerin gerçekçi beklentiler oluşturması, çocuklarının bu durumlarını kabullenebilmesi açısından önemli. Çünkü ilk başta birçok insanın verdiği şok tepkisi ve inkâr tepkisi oluyor. Birçok doktora gidiyoruz. Bunun geçirebilecek bir şey olduğunu düşünüyoruz. Sonra bir bakıyoruz ki, bu bizim hayatımızın gerçeği! Ama hala kafamızdaki beklentileri çok normalize edemiyoruz. Bu duygularla yaşadıkça, başarı elde edemiyoruz.
Burada sosyal destek kadar profesyonel destek almanın da önemli olduğunu düşünüyorum. Bu o ön olumsuz duyguların regüle edilmesi ve normalleştirebilmesi için hayatın akışının bir sisteme girmesi gerekiyor. Sonra da bu konuda bilgi edinmeliler. Aileler araştırmalı, okumalılar.
Tek bir hekimin ya da tek bir öğretmenin ağzından çıkan cümle ile yetinmemeliler. Diğer otizmli ailelerle birlikte olabilirler, dermekten çalışmaları yapılabilirler araştırmak ve görmek, neyle karşı karşıya kaldığımızı bilmek işi biraz daha kolaylaştırıyor. Bilmediğimiz şeylerden korkuyoruz ama bildikçe alışabiliriz. Ayrıca kardeşler arasında da iyi bir denge tutturmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Özel gereksinim olan çocuğumuza fayda sağlayacağız derken, diğer çocukları göz ardı etmemek gerekiyor.
Diğer çocuğun da ihtiyaçlarını ve isteklerini yok saymadan ortayı bulabilmek gerektiğini düşünüyorum. Son olarak kişisel bir yorumum da var… Hayat bir tane… Evet, çocuklarımız özel ama anne babalar kendilerini yok sayarak hayatlarını adamaya çalışırsa, kendilerine kaldırabileceklerinden fazla yüklenirlerse depresyon ve çaresizliği yaşayabilirler. Hayata sadece çocuk odaklı bakmak, sosyal ilişkileri bozabiliyor, kendinizle kurduğunuz dengeyi ve ilişkiyi de bozuyor. Kendimizi ihmal etmemek adına, biraz kendimize de zaman ayırmak lazım.