DUYGULARINIZI BASTIRMAYIN!
“Çocuğun durumu acil olduğu için kişi kendi yaşadığı travmayı bastırıyor. ‘Çocuğum daha iyi olsun. Benim üzülmem sorun değil,’ diye kendi yaşadıklarını erteleyebiliyor. Fakat bu ertelemeler terapilerde her zaman karşımıza çıkar. Başka bir yerden patlamaya sebep olur. Bu ailelerimizde de çocuğa karşı bir patlamaya sebep olabiliyor,”.
Psikolog ve Aile Danışmanı Türker Omcacıoğlu ailelerin gözden kaçırdığı konulara dikkat çekti.
Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
İsmim Türker, soyadım Omcacıoğlu. 2012 yılında İstanbul Aydın Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldum. Mezun olduğumdan beri de alanda çalışmaktayım. Bir yandan özel çocuklarla çalışırken bir yandan da yetişkinlere danışmanlık hizmeti vermekteyim. Şu anda Algı Özel Eğitim Merkezi’nde aile danışmanlığı görevini yürütüyorum.
Merkezdeki görevinizi biraz açabilir misiniz?
Burada çocukların ilk değerlendirmelerini yapıyorum, ailelere danışmanlık sağlıyorum ve çocukların eğitimine de biraz dahil olup diğer çalışma arkadaşlarımızla ortak toplantılar yaparak ekip olarak eğitim seviyemizi bir üst seviyeye çıkaracak çalışmalar yürütüyoruz.
Tanı alan ailelerin ilk aşamada psikolojisi nasıl oluyor?
Çoğu ailemiz hastaneden tanı almış olarak bize doktorun önermesi ile geliyor. Fakat tanı almayan ailelerimiz de oluyor. Bazı bu konuda devlet kayıtlarında gözükmek istemiyor. Çocuklarına tanı alırlarsa damgalanacaklarına dair bir korku duyuyorlar. Bundan dolayı da özel doktora devam ederek bize geliyorlar.
Tabii bize ilk geldiklerinde bir travmaları oluyor. Karı koca olarak bana geldiklerinde bir kucaklarında çocukları diğer kucaklarında genellikle travmaları oluyor. Çocuğun durumu acil olduğu için kişi kendi yaşadığı travmayı erteliyor. ‘Çocuğum daha iyi olsun. Benim üzülmem sorun değil,’ diye kendi yaşadıklarını erteleyebiliyor. Fakat bu ertelemeler terapilerde her zaman karşımıza çıkar. Başka bir yerden patlamaya sebep olur. Bu ailelerimizde de çocuğa karşı bir patlamaya sebep olabiliyor.
Bu konuyu biraz açar mısınız…
Kafamızda çözümleyemediğimiz ve nedenleri – sonuçları ile anlamlandıramadığımız olaylara travma deriz. Ve bu travmaları da anlamlandıramadığımız sürece bizim ilerleyen yaşamımızda bir etkisi olur. Genellikle ailelerin üzerinde etkisi çocuğa performans baskısı olarak yansıyor. Çünkü kafalarında otizmi, gelişimsel farklılığı ya da mental geriliği anlamlandırıp realize edemiyorlar.
Realize edememekten kastınız nedir?
Kastım şu… Birinci soru şu oluyor: “Neden oldu?” İkinci soru: “Nasıl oldu?”. Üçüncü soru “Bizim suçumuz var mıydı?”, Dördüncü soru “Bu olurken dış etkenlerin bir suçu var mıydı?” doktorun, anaokulunun vs… gibi.
Genellikle aileler bu sorulara yanıt bulma çabasına giriyorlar. Bu da aslında travmanın bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Ailelere bu konuda tavsiyeniz ne?
Buraya gelen herkese şunu söylüyorum “Nasıl ve neden olduğu ile ilgilenmesi gereken kişiler bizler değiliz. Anne babalar değil. Bununla ilgilenmesi gereken bilim insanları. Bununla ilgili Avrupa’da da Amerika’da da her yerde araştırma yapılıyor. Kesin bir sonuca kimse varamıyor. Çünkü ailelerin kafasında kesin yargılar var. ‘Genetik mi, aşıdan mı, çok televizyon izletmekten mi, bakıcıyla kaldı onun yüzünde mi oldu?’ gibi fikirler oluyor. Bunlar doğru sorular değil bana göre. Çünkü cevabını bulmamız mümkün değil.
Doğru sorularımız ne olmalı?
Bizim gündemimiz çocuğun gerçek durumu olmalı. Bununla ilgili ne yapmamız gerektiğini sormalıyız. Ama bu sorular bir travmanın yan etkisi ve aslında bir kaçış. Doğru sorular şunlar: “Çocuğum ne durumda?”, “Çocuğumun neye ihtiyacı var?”, “Çocuğumun otizmi ya da diğer gelişimsel farklılığı ne durumda?”. Bunları tanımlamamız gerekiyor.
Özelden genele doğru gitmemiz gerekiyor ama biz tam tersini yapıyoruz.
Otizmle ilgili internetten açıp rastgele bilgiler edinip çocuğumuza o bilgilerle faydalı olmaya çalışıyoruz. Bana göre doğrusunun bu olmaması gerekiyor. İnternette çok fazla yanlış bilgi ve uzman olduğunu söyleyen çok fazla insan var. İnternetteki uzman olduğunu söyleyen bu kişiler araştırılsa belki öğrenci oldukları bile ortaya çıkar. Hatta tamamen meslek, alan dışından biri bile çıkabilir.
Bilgi paylaşımı iyidir ama doğru bilgi paylaşımı iyidir. Yanlış yönlendirmelerle daha kötü sonuçlara gidebiliriz.
Travma ile gösterilen tepkilerden biri de ben nerede yanlış yaptım diye düşünmek. Size gelen ailelerde yakınlarından etkilenip kendine bu soruyu yönelten anne babalar oluyor mu?
Evet, yakınlarından etkilenenler çok oluyor. Biraz da kültürümüzden kaynaklanıyor. Herhangi bir şey oldu mu öncelikle evdeki büyüğe sorulur, sonra komşuya, komşu yoksa anne baba, dayı, yengeye… Bu yakınlarımızın da ağzından çıkanı çok fazla sorgulamıyoruz. Yakınlarımız konu hakkında bilinçli ise doğru yönlendirme yapabilir. Doğru yönlendirmeden kastım; doktora gitmek, tanıyı almak, tanı sonrasında planlı programlı bir özel eğitim sistemine dahil olmak.
İdeali sizin söylediğiniz gibiyken gerçek hayatta nasıl oluyor?
Gerçek hayatta ‘biraz bekleyelim konuşur,’ gibi bir yaklaşım oluyor. Ya da bunun babası da böyleydi küçükken o da geç konuşmuştu deniliyor. Beklemek en yanlışı. Çünkü ben, 2 ile 5 yaş arasına yoğrulacak hamur kıvamı diyorum. Algısının, farkındalığının en yükselmesi gereken en önemli zaman. O dönemde kazanılan öğrenmeler, hayat boyu devam eden öğrenmelerdir. Bazı çocuk vardır, kendi kendine taklit becerisi ile konuşur. Bazı çocuk vardır, birazcık itelemeniz, ses tekrarı yaptırmanız gerekir. Ama bazı çocuk da vardır ki, büyük bir desteğe ihtiyacı olur.
Bu gibi durumları ayırt edebilmek uzmanların işi. Uzman olarak biz bile çocuğa bakıp bir seferde net bir tanı koyamazken uzmanlık dışı bir aile büyüğünün yaptığı değerlendirmenin çok doğru olacağını düşünmüyorum.
Zaten uzman olsa da, kendi ailesinden olduğu için tamamen objektif olamaz. Duyguları devreye gireceği için yine de çocuğu doğru şekilde değerlendiremez.
Bu yanlış yönlendirmeleri başka kimler yapabiliyor?
Bazen doktor arkadaşlar da bu yanlış yönlendirmeyi yapabiliyor. Özel eğitime ihtiyacı olan, adına tepki vermeyen, hiç komut almayan, aşırı hareketlilik durumunda olan bir çocuğu da direkt ana okuluna yazdırın diyebiliyorlar. Ben bunu çok doğru bulmuyorum. Çocuk temel eğitimi olmadan, komut almayı yapmadan 10 yaşıtının olduğu bir ortama sokulursa iyice içine kapanıyor. Burada da sosyal öğrenme metodunu baltalamış oluyoruz.
Sosyal öğrenme metodu nedir?
Çocuğun yaşıtları ile vakit geçirerek onlara bakarak taklit becerisi ve önermelerle belli başlı şeyleri yapabilmeye başlamasıdır. Bu durumda onu baltalamış oluyoruz. Çünkü çocuğun hazır bulunulmuşluk ilkesini görmezden geliyoruz. Onun için bize gelen anne-babalara her zaman önce çocuğun oturma, kalkma, komut almayla ilgili bir temel eğitim almasını tavsiye ediyorum.
Annesi dışında birisiyle bir odaya girdiğinde ne yapması gerekir bunları öğrenip daha sonrasında bir anaokuluna başlatmak daha doğru oluyor.
Tekrar büyük aile yapmasına dönersek… Oradaki tavırlar bazen anneye kendini çok yetersiz hissettirebiliyor.
Çok rastlıyoruz. “Eğitim alsa da bir şey değişmez,” cümlesini çok söylüyorlar mesela. Onların bu baskılamalarından bıkıp eğitim almaya devam ettiği halde onlardan bunu saklayan veliler tanıyorum.
Doğru kabullenme çocuğun durumunu kabullenip durumla mücadele etmektir. Fakat yanlış kabullenme dediğimiz yanlış değerlendirmeye giriyor o en fenası. Yanlış değerlendirmede şu oluyor; “bu çocuk ne yapılırsa yapılsın değişmeyecek”.
Fakat ailenin de böyle hayati bir kararı bu şekilde vermesi doğru mu? O çocuğun da potansiyelinin en üst noktasına çıkmaya hakkı yok mu?
Kesinlikle! Her çocuğun buna hakkı var. Hiçbir çocuğun yüzüne bakarak bu çocuk kalem tutamaz, okuyamaz, konuşamaz diyemezsiniz. Meslek hayatım boyunca bunu hiç yapmadım. Bazen çok uğraşırsınız çocuk bir şeyi yapsın diye, fakat inat eder ve yapmaz. Sonra aileye özellikle şunu söylersiniz, “Odasında filan oynarken mutlaka gözleyin. Bu öğrendiklerini mutlaka yapacak,” dersiniz. Sonra bir görüşmeye aile elinde telefonu ile gelir. Hocam tek başına gerçekten yaptı diyerek size videosunu izletir. Beraber sevinirsiniz Onun için asla ama asla bir çocuğa şunu yapamaz dememek gerekir.
Yapamaya da bilir, sorun değil ama denemekten bir zarar gelmez. Yaşıtları gibi okuma yazma öğrenemeyebilir ama taklit edebilir. Bu da onun için bir kazanımdır. Belki akıcı okuyup yazamayabilir bilir ama bir yerde bir sorun yaşadığında en azından adını yazabilir. Ya da adını tanıyabilir.
Yeni tanı almış ailelerin ilk başta nelere dikkat etmelerini tavsiye edersiniz? Bilgi kirliliğinden ya da yıpratıcı ilişkilerden kendilerini nasıl koruyabilirler?
Öncelikle gittikleri uzmanları iyi araştırsınlar. Bu hakları var. Bu rehabilitasyon merkezi de olabilir, özel bir hastane ya da muayenehanede olabilir. Ücretli ya da ücretsiz hiç fark etmez, uzmanın diplomasını sormaya ve görmek istemeye hakları var. Diplomasını göstermeyenle çalışmamalarını tavsiye ederim.
Gittikleri kurumların geçmişlerini iyi araştırsınlar. Uzmanlarının belgelerini rica etsinler, onlarla tanışsınlar ve konuşsunlar. Doktorlarının söylediklerinin çok dışına çıkmamaya çalışsınlar.
Bu noktada hepimizin yaptığı bir hata var. İnternetteki bilgilerden mucize çözüm beklentimiz çok yüksek oluyor ve bu beklentiyi suiistimal etmeye hazır bazı kişiler de var. Bu noktada kendimizi nasıl koruyabiliriz?
Bana göre burada yanlış olan mucizeyi aramak. Bizim işimiz mucize ile değil bizim gerçek ile ilgilenmemiz gerekiyor. Mucize aramak demek çocuğu olduğu gibi kabul edememek demektir. Farklı bir şekilde görmeye çalışmaktır.
Çocuk da bunu hisseder mi?
Tabii hisseder. Bahsettiğim performans baskı konusu da budur zaten. Çocuğu motive etmek ve yapabileceğine inandırmak elbette çok önemli ama bir yandan da şunu vermek gerekiyor, “Yapamasan da ben seni çok seviyorum. Konuşamaman da, bazı şeyleri takıp çıkaramaman da sorun değil. Ben seni her zaman çok seviyorum. Annen ve baban olarak her zaman yanındayız”. Çocuğa bunu da hissettirmek gerekiyor.
Mucize arayışında olduğumuz zaman bunu veremiyoruz maalesef. Çünkü araştırdığımız bir ilacın ya da bitkinin mucizevi şekilde sorunlarımızı çözeceğine inanıyoruz. Bunun çocuğumuzu “düzeltmesini” bekliyoruz. İnsanlar bunun için çok ciddi paralar ödüyorlar. O yüzden bizim mucizelerle işimiz olmamalı. Bizim işimiz gerçekle ve burada ile. Gerçek dediğimiz çocuğumuz ve burada dediğimiz de eğitimdir.
Kişisel gözlemlerinizden yola çıkarsak… Durumu kabullenen ailelerin çocukları daha şanslı mı?
Bu güne kadar bir istatistik yapmadım ama durumu doğru kabullenen, öğretmen ve doktor ile işbirliği içerisinde giden bireylerin çocuklarının daha iyi geliştiğini söyleyebilirim. Biz sihirli değnek ararken zaman akıp gidiyor. 2 ile 5 arasındaki en kritik yaşları iyi değerlendirmemiz lazım. 5 yaşından sonra yine başarı gelir. Ama daha çok daha fazla uğraşmanız gerekir ve daha az kalıcı olur.
Farklı gelişim özelliklerini anlamak için o yaşlarda en çok nelere dikkat etmek gerekir?
Çocukta genellikle yürüme ve konuşma çok temel becerilerdir. Çocuğun belirli bir yaşa kadar kazanması gerekir. Yürüme bir yaşa kadar konuşma en fazla üç buçuk yaşına kadardır. O zamana kadar bir şey olmadıysa bir sıkıntı vardır. Tabii ki bakmamız gereken sadece yürüme ve konuşma da değil. Göz teması, adına tepki verme, oyuncaklarla oynama, yaşıtlarıyla zaman geçirme gibi şeyler de var. Bunları değerlendirirken, utanma, sıkılma ve çocuğun o anki ruh hali gibi şeyleri de devreye katıp değerlendirmek gerekiyor.
Çocukları farklı gelişen ailelerde çoğu zaman babaların üzerine düşen sorumluluğu yeterince almadığını görüyoruz. Hatta ailesini terk ettiğini… Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu?
Babalar bu durumdan ötürü biraz kendilerini suçlu hissedebiliyorlar. Bu da bir kaçınma durumudur. Daha ataerkil yapıda olan ailelerde, dışarıdan daha güçlü gözüken babalar suçlu bulundukları ortamda durmayı istemezler. Onun için de çocuğun durumunu kendilerine yükleyip kaçabiliyorlar. Keşke hiçbir çocuğumuzun ve annemizin başına bu gelmese. Fakat bu gibi sorumluluktan kaçma durumları olabiliyor. Üzücü bir durum. Çocukların anne ve babadan aldıkları şeyler farklıdır. Her çocuğumuzun babası ile vakit geçirmesi de gerekiyor. Ama tek kalan annelerimize enseyi karartmamalarını söylüyorum. Çünkü insanoğlu dediğimiz yaratık her duruma uyum sağlayabilir. Babanın olmaması bir eksiklik olarak kalacaktır ama kapanmayacak da bir eksiklik değildir.
Burada annelerimizi mücadeleye daha çok davet ediyorum. Biz merkezimizde annelerimizi destekliyoruz. Aynı şekilde belediyelerin psikolojik danışma merkezleri, hastaneler gibi destek isteyebilecekleri kurumlar var. Mutlaka destek istesinler ve bu durum onların daha fazla içine kapanmalarına yol açmasın.
Özel çocuk annelerimizin kendini daha güçlü hissetmesi için biz çevresindeki arkadaşları ve akrabaları neler yapabiliriz?
Birinci olarak onların yanında olun. Özel eğitime onlarla birlikte gidin. Hastaneye giderken eşlik edin. Manevi desteği öncelikle hissettirin. İkinci olarak durumu anlamaya çalışın. Bu çocuk bunu niye söyleyemiyor demek yerine çocuğun otizm durumu neymiş, bunlar da kademe kademeymiş gibi bilgileri edinmeye çalışın. Üçüncü olarak, özel çocuk sahibi olan çoğu annenin tuvalete girmek dışında pek fazla kendi başına kaldığı vakti yoktur. Çocuktan ayrı fazla zaman geçiremez. Çocuğun sürekli ilgiye muhtaç kaldığı durumlar olabiliyor. Onun için özellikle çevrenizde bulunan özel gereksinimli çocuklu ailelere çocuğu ile vakit geçirmeyi teklif edin. O çocuğa bir saatlik bakımınız bile o annenin dışarı çıkıp bir kahve içmesi ya da alışverişini tamamlamasını sağlar ve onu mutlu eder.
Yani şartsız kabul, durumu kabullenme ve bakım desteği sağlayın. Ayrıca dışarıdan bakınca bilmeyen biri için otizm korkutucu olabilir ama çok eğlenceli bir dünyadır. O çocuklardan aldığınız duyguyu ve enerjiyi başka hiçbir şeyden alamazsınız. Öğrenmesi de basittir. Anne ile bir gün boyunca vakit geçirin çoğu şeyi öğrenirsiniz zaten. Bu sizi de zenginleştiren bir deneyim olur.
Röportaj: Rana Zeynep Çömlekçi