EVLATLARIMIZI KORUMAK ZORUNDAYIZ
Çocukların mahremiyet eğitiminde, güvenli sınırların öğretilmesi ve korunması hayati önem taşıyor. Çocuklarımıza saygı duyan, onların güvenliklerini her şeyin önünde tutan bir yaklaşıma duyulan ihtiyacı öğretmen, yazar ve özel gereksinimli çocuk annesi Süreyya Ülkü Güler yazdı.
Son günlerde yaşanan üzücü çocuk olaylarının etkisinden çıkmış değiliz hiç birimiz. Bir gün etkisinden çıkmışız gibi üzüntümüzü arkada bırakıp, günlerimize normal bir şekilde devam ediyor olsak da, beynimizin bir köşesinde pusuya yatıyorlar. Benim bu tip olaylar sürekli hortluyor zihnimde belli dönemlerde. Mevcut korkularımızın arasında yaşadığımız minicik bir olay hemen bu gündemdeki çirkin olayları çağrıştırıyor.
Bir insan küçücük çocuktan ne bekler, ne ister, nasıl kıyar anlamakta zorlanıyoruz hepimiz. Zaten sağlıklı bir beyinlerinin olmadığından eminiz ama olan giden yavrulara oluyor. Yaşamaya devam edenler ise büyük yaraları küçük yüreklerinde iyileştirmeye çalışırken yorgun yetişkinler oluyorlar. Kim bilir onların zihnindeki bu istismarlar nasıl yankılanıyordur hayatlarının en ummadıkları anlarında.
Benim gibi özel çocuğu olan annelerin korkularını nasıl tetiklediğini bilemezsiniz. Bizler zaten tehlike algısı olmayan, kendilerine yetsin diye uğraştığımız çocuklarımızı koruyabilmek adına büyük eforlar sarfederken bu haberlerin yüreğimizde başlattığı yangın uzun süre sönmüyor. Bir de bunlara toplumun bize olan bakış açısı eklenince psikolojik olarak daha çok yoruluyoruz.
Benim kızım okula başladığında hemen kendi okulumun bünyesinde bulunan bir ilkokula vermiştim. Daha okulun ilk günü, ilk teneffüs deneyiminde herkes zil çalınca içeriye koşarken, kızım korkudan dışarıya koşmaya başlamıştı. Ve ben bunu izlerken okulun 4. katının balkonundaydım. Yaşadığım korkuyu, çaresizliği kelimelere dökebilmem mümkün değil.
O gün dedim ki,
“Tamam ya, alıyorum okuldan. Okula da gitmeyiversin. Ben öğretebildiğimi öğretirim, öğretemediğimde de destek alırım. “
Çünkü psikolojim bu korkuları kaldırmıyordu. Velhasıl tam 30 gün sonra kızımın o kalabalıktaki ses duyarlılığı onu çok rahatsız edince onu okuldan almanın eşsiz mutluluğunu yaşadığımı hiç utanmadan söylemek isterim. Bir öğretmen olarak kızımın okul hayatını keyifle bitirebilirdim. Ama son bir şansı bir köy okuluna vermiştim. Çünkü kızım toplumda var olmaktan büyük keyif alıyordu ve onu eve kapatmak ona yapacağım en büyük haksızlık olurdu.
Köy okulunun tenhalığında başladığı eğitim hayatında bugün 3.sınıfa devam ediyor. Tabi ki ufak tefek sorunlarımız oluyor ama hiçbiri yüreğimi yakan cinsten değil. Ben tüm gün okulda çay ocağında bekliyor, zil çalar çalmaz kızımın yanına koşuyor ve teneffüslerde uzaktan da olsa onu gözetliyorum. O da benim orada olduğumu biliyor ama bağımlılık boyutunda bir ilişkimiz yok. Nerede yalnız yapabileceğini, nerede yapamayacağını en iyi bilenlerden biri olarak, bu durumu olabildiğince sağlıklı yönetmeye çalışıyorum. Tabi ki eksiklerim, yanlış uygulamalarım vardır. Sonuçta ben bir anneyim. Ama gündeme bakınca, normal gelişim gösteren veya özel gereksinimli çocukların başlarına gelenleri izledikçe, onu güvenliği bile olmayan bir okulda tek başına bırakmak delilik olur.
Diyeceksiniz ki:
“E okulun görevi onu güvende tutmak. Öğretmeni başında sonuçta, vs…”
Duvarı bile tam olmayan kaç okul var biliyor musunuz? Öğretmenleri yemeyip içmeyip benim çocuğumun başını beklemek zorunda değil. O öğretmenin de dinlenebileceği, belki tuvalete gideceği sadece 10 dk teneffüsü var. Hiçbir eğitimciye “Benim çocuğuma sahip çıkma” görevi addedemem ben.
Gerekli yerlere gidip kaynaştırma kararını alırken, tüm bu durumları gözden geçirip, o okulda annesi olarak bir gölge gibi beklemeyi göze alarak çıktım ben bu yola. Tabi ki öğretmenleri her konuda yardımcı da oluyor, sahip de çıkıyor. Ama tehlike algısı olmayan özel gereksinimli bir çocuğu, haftada 5 gün gören öğretmeni üzgünüm ki tanıyamaz. Bunu öğretmeni suçlamak için değil, öğretmenlere hak vermeniz için yazıyorum. 9 yıldır her hareketinden çocuğu tanıyan tek insan anne/babasıdır. Eğer başında duramıyor olsaydım o zaman başka seçenekler söz konusu olurdu.
Ben öğretmenlikteki görevimi ve çalışacağım yeri seçerken çocuğuma uygun bir düzen kurabileceğim bir yer seçtim. Sabah kızımla okulda bekleyebileceğim, sonra kendi işime gidebildiğim bir düzenim var. Ama orada bile kızıma sahip çıkması gereken tek insan yine BENİM! O nedenle yardım amaçlı bile olsa, kızımı tuvalete götürmek isteyen bayan öğretmen arkadaşlarıma izin vermiyorum! Bu kızımın mahrem alanı ve bir başkasının da onu tuvalete götürmesinin normal oluğunu algılayabileceği bir duruma izin veremem. Kimse ile okul içerisinde bir yere gitmesine izin vermiyorum. Çünkü en güvenli yer ne yazık ki sadece benim gözümün önü. İnsanlara güvenmiyor muyum? Sonuçta onlar benim arkadaşım değil mi? Ama hiçbir arkadaşımın çocuğu İnci değil! O benim çocuğum ve ona en iyi ben göz kulak olurum.
Hiç unutamadığım bir olay anlatmak isterim. Bir gün sınıfındaki bir şeyi göstermek için bir öğretmen kızımı:
“Gel bak ne göstereceğim sana” diyerek kendi sınıfına çağırdı. Evet son derece iyi bir niyetle ve ilgilenmek için yaptığının farkındayım. Ama tek başına göndermedim. Arkasından kalkıp ben de gittim, ne gösterdiyse birlikte baktık ve öğretmenler odasına geri geldik. Bir süre sonra tesadüfen bir olay sırasında öğrendim ki, bu arkadaş benim arkamdan:
“Çocuğu tek başına sınıfımıza bile göndermiyor, bize sapık muamelesi yapıyor” demiş.
Gerçekten üzüldüm. Bir eğitimcinin bu şekilde algılamasına ayrı, özel gereksinimli bir çocuğa mahremiyeti ve yapmaması gerekenleri öğretmeye çalıştığımı anlamamasına ayrı üzüldüm. Sizler sapık olmayabilirsiniz arkadaşlar, sizler yardımcı olmaya çalışıyor veya ilgileniyor olabilirsiniz. Ama Narin’i de tanıdığı ve güvendiği bir öldürdü! Sıla bebeği yine tanıdığı ve kötülük yapacağını akıl edemediği insanlar istismar etti.