KAPI ÖNÜ SOHBETİ
Benzer hislerle çocuklarının özel eğitim sınıfının kapısında bekleyen anneler neler konuşuyor? Down sendromlu birey annesi, yazar, öğretmen Süreyya Ülkü Güler yazdı.
Süreyya Ülkü Güler:
“Benim gibi her katta her kapının önünde benzer hislerle bekleyen anneler var. Bizler de tıpkı hastanelerde yaşlı teyzelerin romatizmalarını anlatarak başlayan sohbetleri gibi ihtiyaç duyuyoruz sohbet etmeye…”
Hastanelerde, otobüslerde ve uzun beklediğimiz birçok yerde yanımızdaki ile sohbet etme gereksinimi hissederiz. Bir süre sonra sanki senelerdir tanışıyormuş gibi önce ortak alandaki ortak nedenlerimizden bahsederek başlar. İlerleyen saatlerde bir bakmışsınız annenizden, ailenizden, işinizden, hatta bazen sorunlarınızdan bahsetmeye başlamışsınız. Bunun tek bir nedeni var elbet, insan sosyal bir varlıktır ve mutlaka bir şekilde iletişimde olma ihtiyacı vardır.
Şu an ben de bu satırları size bir kapı önünden yazıyorum. Rehabilitasyon merkezinde her hafta beklemeye alıştığım, içerideki kızımın sesini duyabileceğim mesafede durduğum bir kapının önündeyim 8 yıldır. İçeriden gelen seslere göre dersin nasıl geçtiğini anlamaya çalıştığım, ders bitiminde öğretmeninden güzel şeyler duyma heyecanını yaşadığım bir kapı önü burası. Ben yalnız değilim elbette, benim gibi her katta her kapının önünde benzer hislerle bekleyen anneler var. Bizler de tıpkı hastanelerde yaşlı teyzelerin romatizmalarını anlatarak başlayan sohbetleri gibi ihtiyaç duyuyoruz sohbet etmeye. Bizler aynı kulvarda gibi görünsek de, herkesin yarışının farklı olduğunu bilen ama yine de bir diğerinden yeni bir şey öğrenir miyiz diye birbirini didikleyen anneleriz. Nadiren de olsa babaları da görüyoruz ama genelde kapıların önlerinin sahibi annelerdir bilirsiniz.
Biz de bir süre sonra “merhaba” ile başlayarak, eğitsel tanılarını bildiğimiz, eğitimlerini takip ettiğimiz, okulda yaşadığı sorunları birbirine anlatan insanlar oluyoruz. Çünkü bizim gibi birilerinin daha olduğunu bilmek, empati yapabilen insanlarla konuşabilmek, psikolojik olarak iyi geliyor bize. Keşke hiçbirimiz birbirimizi anlamak zorunda kalmasak ama madem bu yoldayız, hiç olmazsa birbirimizle dertleşelim istiyoruz.
“Biri benim çocuğumun başarısı ile heyecanlanmıyorsa sorun yoktur. Ama biri benim çocuğum bir şeyleri başarıyorken yoluna taş koyuyorsa işte o zaman sorun büyüktür. Ben bunca sene kapı önlerinde o başarı için beklerken, en azından kenara çekilip yapabildiklerine yol açmaları yeterlidir bizler için.”
Bu sosyalleşmenin ötesinde bir duygu inanın. Amaç sosyalleşmekten çıkıyor, anlaşılmaya doğru koşuyor. Çünkü kendi anneniz bile sizin bu kapının önünde hangi hislerle beklediğinizi anlayamaz. Çünkü onun çocuğu sizsiniz! Sizin çocuğunuzun olmasının verdiği mutluluğu her zaman yürekten hissedecekler ama bu kapının önündeki hislerinizi asla anlamayacaklar. Kapıdan yayılan çocuğunuzun şen kahkahasının içinizde yarattığı heyecanı, öğretmeninin “Bravo!” deyişinin sizdeki etkisini, ders sonunda aksi bir şey duyma korkusunu asla sizin gibi hissetmeyecekler.
Peki, suç mu bu? Asla! Biri benimle aynı duyguları paylaşmıyor, beni anlamıyor veya benimle bu kulvarda koşmuyor diye kimseye kırılmak haddimize değil. Annemiz bile olsa! Onları bağlayan tek nokta toplumsal manada hayata karıştığımız yerde başlıyor. Dışarıda gördükleri özel gereksinimli bireylere davranış şekilleridir onların sorumluluğu. Var olmalarına engel olmadıkları, iş yaşamına katkıları azami ölçüde bile olsa destekledikleri ve sosyal haklarına saygı gösterdikleri yerde başlar onların sorumluluğu.
Biri benim çocuğumun başarısı ile heyecanlanmıyorsa sorun yoktur. Ama biri benim çocuğum bir şeyleri başarıyorken yoluna taş koyuyorsa işte o zaman sorun büyüktür. Ben bunca sene kapı önlerinde o başarı için beklerken, en azından kenara çekilip yapabildiklerine yol açmaları yeterlidir bizler için.
Yıllar önce çalıştığım bir lisede, okuldaki ilk gün öğretmenler odasının kapısını özenle açtı bir öğretmen arkadaşımız. İçeriye tekerlekli sandalye ile girmeye çalışan bir kadın ilişti gözüme. Resmen milimetrik mesafelerle güç bela içeriye girmesine yardım edildi. Ve tanıştıktan sonra öğrendim ki benimle aynı branştan, gözlerinin içi gülen çiçek gibi bir kadın! Zaman ilerledikçe, birbirimizi tanıdıkça, çok acı şeyler anlattı bana:
“Bana sürekli malulen emekli olmam için baskı yapılıyor hocam. Yolda tekerlekli sandalye ile zorlandığım için belediyeye yazıyorum, yolun tamirini istiyorum, gelen cevap emekli ol! Milli Eğitim’e evime yakın bir okula tayinimi yapmaları için yazıyorum, emekli ol! Aracımla okula kadar geliyorum, okulun asansörü bozuk, giriş katlarda ders verin diyorum, emekli ol! Ben emekli olmak istesem olurum zaten! Ben 5 yıl öncesine kadar bunlara ihtiyaç duymayan bir kadınken, birden bire rahatsızlanıp bu duruma geldim diye emekli olmak istemiyorum ki. Ben çalışmak, kendimi hala işe yarar hissetmek istiyorum. Emekli olmak istediğimde zaten bunu da kendilerine bir dilekçe ile belirteceğim. Ama önce onlar benim diğer dilekçelerime cevap versinler!” dedi.
Hani dinde de “Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız” diyordu? Neden hep yokuşa sürüyoruz o zaman. Canım öğretmenimin azmine, hırsına, inadına hayran kalmıştım ama bir yandan da yaşadığı zorluklar için ‘Neden?’ diye sormadan edemiyor insan. Onu tanıdıktan sonra aynı mecralara ben de dilekçe verdim! O emekli olmak isteyene kadar da yanında olmak bizim boynumuzun borcu. Bizlere taş çıkaran zekası ve matematiksel becerisi ile sırf yürüyemediği için bir öğretmeni eve tıkmak nasıl bir saçmalıktır, anlamakta zorlanıyorum.
“Bizim gibi birilerinin daha olduğunu bilmek, empati yapabilen insanlarla konuşabilmek, psikolojik olarak iyi geliyor bize.”
Bundan yaklaşık bir ay önce tesadüfen yolun kenarında duraklamış, arkadaşımı bekliyordum. Yolun karşısında tekerlekli sandalye ile ilerleyen, montunu sıkı sıkı boğazına kadar çekmiş okula giderken gördüm yine kendisini. Gözlerim doldu, ‘Hala pes etmemiş!’ dedim, gurur duydum haddim olmayarak. Yolunu kolaylaştırdılar mı, asansör tamir edildi mi, evine yakın bir okula aldılar mı bilmiyorum ama pes etmediğini görmek beni mutlu etti.
Onun annesi belki benim gibi kapı önü beklemedi ama bir gün insan kendi kapısının önünü hiç ummadığı bir anda beklemek zorunda kalabiliyor işte. Bir hastalık, bir kaza, bir gün sizi de bir kapı önüne koyup, kulvarınızda ilerlemeye çalışırken size engeller koyabiliyor. Dilerim kapı önü sohbetlerimiz keyiflenir, gittiğimiz yollar çiçeklenir.
Sevgiler…