SADECE DÜŞÜNMEK YETMEZ, DÜŞÜNCE PRATİĞE DÖNDÜĞÜ NOKTADA İŞE YARAR

Selenay AŞAN, oğlu prematüre doğumla dünyaya geldiğinde, özel gereksinimli bir çocuk annesi olma ihtimaliyle karşılaştı. Bu süreçte, özel çocuklar için mevcut imkanların ne kadar sınırlı olduğunu fark etti. Oğlu normal bir gelişim gösterse de, bu kısıtlı imkan tablosunu değiştirmek adına harekete geçme kararından vazgeçmedi. AŞAN ile Özel Çocuklar Eğitim Derneği’nin (ÖÇED) destekçisi olarak, gönüllü çalışmalarını nasıl sürdürdüğünü konuştuk.

ÖÇED’den nasıl haberdar oldunuz? Derneğimizle nasıl iletişime geçtiniz?

Ben derneğinizi Instagram sayfası üzerinden buldum. Daha sonra oradan web sitenize yöneldim.  Oradan da inceledim ve çalışmalarızdan etkilendim. Bu şekilde sizinle yollarımız kesişti.

Özel çocuklar için bir şeyler yapmalıyım, kararını nasıl verdiniz?

Ben hem çocuklar,  hem de tüm insanlar için iyilik halini önemseyen biriyim. Bu tarafa yönelimim de oğlumun doğumundan sonra oldu. Oğlum prematüre bir bebekti. On sekiz gün yoğun bakımda kaldı. Yirminci gün hastaneden taburcu olduk. Taburcu olduğumuz gün, fiziksel olarak sağlıklı bir bebekle sizi taburcu ediyoruz denildi. Fakat gelişimi sırasında, bazı aksaklıklar yaşayabileceğini de belirttiler. Dolayısıyla hep gözüm oğlumun üzerindeydi. Tabii, her annenin gözü evladının üzerindedir ama benimki ekstra daha yoğun bir takip oldu.

Bizim ilk alarmımız iki yaşında hiç konuşmamasıydı. Doktorumuz bizi uyarınca oğlum nörolojik muayeneye girdi. Bizi ne bekliyor, olur da o nörolojik muayenede konuşma ile ilgili ya da bilişsel anlamda bir sıkıntı ile karşılaşırsak ne yapabiliriz, ülkemizde neler yapılıyor diye araştırırken imkanların çok kısıtlı olduğunu gördüm.

Sonrasında oğlum normal gelişimi düzeyini yakaladı. Eğitim hayatında, sosyal hayatında çok büyük bir sıkıntı yaşamadı. Fakat yaşadığımız o deneyimden sonra içimde bir ses bana hep “bir şey yapman lazım” diyordu. O his hep benimle kaldı.

Belki de, “ben de o annelerden biri olabilirdim” diye düşündünüz…

Öyle bir durumda o ihtimale çok yaklaşıyorsunuz. O ihtimal içerisindeki annenin kısıtlı imkanlar içinde, bazen de çözümsüz kalması hali bana hiç iyi hissettirmemişti. Sonra çocuk gelişimi okumaya karar verdim ve ikinci üniversite olarak çocuk gelişimini 35 yaşında bitirdim. Özel gereksinimli çocukların gelişimlerinin evde de desteklenmesi için ailelerine yönelik bir eğitim olan Portage Eğitimini tamamlayarak sertifikamı aldım. Bir yanda da kariyerim devam ediyordu. Özel bir şirkette çalışıyordum. Derken pandemi patladı.

O dönemde herkes evdeydi ve imkanlar daha sınırlıydı. O sıralarda, bir şeyler yapmam lazım güdüsü hala devam ediyordu. Ben makrome iplerden süsler yapmayı çok severim. Dedim ki, bunu yapıp satıp gelirini bağış olarak çocuklarımıza yollayayım. Belki ben birebir birşey yapamam ama o gelirle onların imkanları birazcık daha genişler.

Harika düşünmüşsünüz! Peki, nasıl ilerlediniz?

Bu şekilde yola çıktım. Üç yıl önce başladım. Instagram hesabım üzerinden arkadaşlarım, tanıdıklarım ve yakın çevremle yaptığım makromeleri paylaştım. Özellikle herkesin birbirine hediyeler verdiği ve yeni hikayelerin yazılacağı yeni bir yılın başlangıcında da böyle bir işe vesile olayım istedim. Halen de devam ediyorum.

 Özel gereksinimli çocuk annelerinden hiç geri dönüşler aldınız mı?

Sizden önce işbirliği yaptığımız dernek üzerinden anneler ile birebir görüşmelerim olmuştu. Hep güzel geribildirimler aldım. Birilerinin iyilik haline dokunabilmek, onlara yardımcı olabilmek bana doğru birşeyler yaptığımı hissettiriyor.  Mevcut hayatı içerisinde herkes kendi çerçevesinden bakıyor yaşama. Dönüp baktığım zaman başkasının ne durumda olduğunu görebilmek, sadece kendi şartlarınıza odaklanmayıp onları da  mutlu edebilmek, biraz da olsa yaralarına merhem olabilmek çok önemli.

Bu çalışmalara acıma perspektifinden bakmamanız da çok kıymetli… Destek ve acıma arasındaki farkı çok net hissettiyorsunuz. Kendi içinizde bunu nasıl geliştirdiniz?

Acıma duygusu her insanda var. Bu his üzüntü, şefkat ve sevgi kavramlarının oluşturduğu karmaşık bir duygu. Ama bu duygulardan sadece üzüntüye sarılıp, “Vah vah,” diyerek arkanızı dönüp hiç aksiyona geçmeden hayatınıza devam etmekle ilerleme kat edemiyorsunuz, fayda veremiyorsunuz. “Nasıl destekleyebilirim?” “Ben ne yapabilirim?” soruları ile yaklaştığınız zaman çözüm geliyor, benim hikayemde olduğu gibi; sadece düşünmek yetmez, düşünce pratiğe döndüğü noktada işe yarar ve hayatta bir şeyler anlamlanır, fark yaratma o zaman başlar.

 Makromelerinizi satın alanlar, bu emekleriniz ile özel gereksinimli çocukların yaşamına dokunduğunuzu biliyorlar mı?

Genellikle ben söylemiyorum. En azından, satın alırken çoğu kişi bunu bilmiyor. Daha sonra dernek bağış makbuzunu yakın sipariş verenlere gönderdiğimde haberleri oluyor. Bu vesile ile destek oldukları için de çok mutlu oluyorlar.

 Birçok insanın da özel gereksinimli çocuklar ile yollarının kesişmesini sağlıyorsunuz bu şekilde…

Evet… Ayrıca çalıştığım şirkette, iş destek birimi içinde yaklaşık 75 kişiyiz ve orada da bazı çalışmalarım oldu. Ayda bir kahve toplantıları yapıyoruz. Okulların açıldığı dönemde,  disleksili çocuklar ile ilgili bir sunum yaptım. ‘Sizin çocuğunuz disleksili olmasa bile belki yanında oturacak sıra arkadaşı disleksi olacak. Bu duruma en doğru ve destekleyici şekilde nasıl yaklaşılabilir?’ düşüncesi ile sunumumu gerçekleştirdim.Farklı gelişim özelliklerini anlatmak, bilgilendirmek ve insanların gözündeki çerçeveyi biraz daha netleştirmek hayatımdaki görevlerin içerisinde yer almaya başladı. Farkındalık yaratmak ve özel gereksinimli bireylerin toplum tarafından kabulünü sağlamak esas olmalı. Dolayısıyla geniş çevrelere ulaşmak için her mecrayı kullanmak ve “Biz böyle bir şey yapıyoruz, buyurun gelin, birinin yaşamına da siz dokunabilirsiniz” diyebilmek gerekiyor.

Özel gereksinimli bireylerin sorunları ile yüzleşmek,  yaşamlarına girdiğinizde çözümsüzlükleri ile karşılaşmak sizi nasıl etkilemişti?

Açık söylemem gerekirse ilk başta biraz sarsıldım. Teoride bir şeyleri okuyorsunuz, biliyorsunuz ama pratikte kanlı canlı karşınızda gördüğünüz zaman o sıkıntılar sizi alıp, sallayıp silkeliyor. Çok üzüldüğüm dönemlerim de oldu ama üzüntünün bir işe yaramayacağını bildiğim için kendime “Toparlan Selenay, devam edeceksin,” dedim. Kabul ederek ve tevekkül ile toparladım. Çünkü o halin kimseye bir faydası olmayacaktı. Ben iyiysem iyilik verebiliyorum.

 İkinci Üniversite, annelik, yoğun bir iş hayatı… Bir yandan da gönüllülük çalışmalarınız var. Tüm bunlara nasıl zaman bulabiliyorsunuz?

Şu anda yalnız bir ebeveynim ama hafta sonları oğlum babasında ve her hafta sonu düzenli olarak görüşüyorlar. Dolayısıyla Cumartesi günlerim bana ait. Hafta arası oğlum okuldan geldiğinde birlikte vakit geçiriyoruz, onunla ilgileniyorum. Saat 21:00’den sonra benim “anne saati” oğlumun “keyif saati” olarak adlandırdığı zaman dilimi başlıyor. O çizgi film izliyor, kitap okuyor, bateri çalıyor veya legoları ile oynuyor. Ben ya televizyon izliyorum, ya kitap okuyorum ya da bu tür sosyal sorumluluk projelerini destekleyecek aktivitelerimi gerçekleştiriyorum. Çalıştığım işyerinde de, yılda bir gün sosyal sorumluluk projeleri için izin alabiliyorsunuz. Şu ana kadar ihtiyacım olmadı ama yakın zamanda direktörümle yaptığım bir konuşmada “Aralık ayı boyunca geceleri ve hafta sonlarını hep çocuklar için süs hazırlayarak geçirdin. Yoğun bir dönemden çıktın. Dinlenmeye ihtiyacın var ise izin alabilirsin,” dedi. Dolayısıyla sizin tek başınıza ben bunu yapacağım diyerek yola çıkmanız başlamanıza vesile olurken devamlılığını sağlayabilmeniz için ihtiyaç duyduğunuz anlarda sizi destekleyecek insanların etrafınızda olması önemli.

Son olarak ailelerimize ne söylemek istersiniz?

Şu an her nerede ve Türkiye’nin hangi şartlarında yaşıyorlarsa da sandıkları kadar yalnız olmadıklarını bilmelerini isterim. Yalnızlık hali hoş bir durum değil ve içine çekildikçe beraberinde çözümsüzlüğü de getiriyor. Bir sarmal içine tıkılıp çıkamayabiliyorsunuz.  Bazen tek başınıza mücadele veremiyorsunuz, ebeveynlikle beraber süper güçler de yüklenmediği için destek almanız gerekiyor. Yardım istemekten çekinmesinler.