DİSLEKSİ PROBLEMİ YAŞAYAN KİŞİLERİN EĞİTİM HAKLARI
Disleksi fark edilmediğinde ne gibi sonuçlar ortaya çıkıyor? Aileler rapor konusunda neler düşünüyor? Disleksiye ilişkin yasal haklar neler? Kendisi de disleksik çocuk babası olan Avukat İbrahim Azcan, e-dergimiz için yazdı…
Disleksi okuma, yazma ve matematik gibi akademik becerilerde görülen gelişimsel bir özel öğrenme güçlüğüdür. Amerika Psikiyatri Birliği’nin tanımına göre Özel Öğrenme Güçlüğü; zekası normal ya da normalin üstünde olan bireylerin, standart testlere göre yaş, zeka düzeyi ve aldığı eğitim göz önünde bulundurulduğunda okuma, matematik ve yazılı anlatım düzeyinin beklenenin önemli ölçüde altında olmasıyla tanısı konulan ruhsal ve nörolojik bir bozukluk olarak tanımlanmaktadır.
Disleksi problemi yaşayan çocukların fark edilmesi genellikle okula başlamasıyla ortaya çıkar. Nitekim ilköğretime başlayan çocukların hemen hepsi 3-4 ay içinde okuma yazmaya başlamalarına rağmen, disleksik çocuklar diğer çocuklar gibi okuma yazmayı öğrenemezler ve önlem alınmadığı takdirde de kabuslarını bir ömür boyunca sürdürürler. Oysa Disleksi zihinsel bir yetersizlik değildir. Bu çocuklar tedavi edilmediği takdirde yaşam boyu süren nörogelişimsel bir bozukluğu sürdürmektedirler. Diğer psikiyatrik bozuklukların gelişmesinde yatkınlığa yol açmaktadır. İleri yaşlarda madde kullanımı, eğitim problemleri, sosyal ve antisosyal kişilik bozuklukları riski taşımaktadırlar. Diğer yandan da çocuklukta saptanan davranışsal ve duygusal problemlerin kalıcı olduğu da ileri sürülmektedir.
Konunun asıl trajedik boyutu ise tembel nitelendirilen bu çocukların büyük kısmının ileri zekalı ve üstün yeteneklere sahip olmalarıdır. Ancak tembel nitelendirilmelerinden ötürü özgüven yitimi yaşamakta, kendilerini geliştirememekte ve dezavantajlı grup içinde yer almaktadırlar.
Bu çocuklar fark edilemediği takdirde başta en önemli hakları olan eğitim haklarından mahrum kalırlar. Eğitim hakkı ise gerek uluslararası ve gerekse de başta Anayasamız olmak üzere ulusal yasal metinlerle güvence altına alınmış temel haklardan biridir. Bu hakkın karşılanmasında kamu yararı bulunmakta olup toplumsal bir ihtiyaç giderilmektedir. Bu nedenle başta Anayasamız olmak üzere eğitimin zorunlu ve parasız olması öngörülmüştür. Dolayısıyla eğitim çağına gelen bütün çocuklara eğitim hizmeti sunma yükümlüsü olan devlettir.
Eğitimle sağlanan kamu hizmeti birey açısından kişilik kazanımına yol açmaktadır. Toplumsal açıdan bakıldığında da toplumun kalkınmasına ve gelişmesine katkı sağlayan bir kamu hizmetidir. Dolayısıyla eğitim hakkının yerine getirilmesiyle toplumsal bir fayda ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu toplumsal faydaya bağlı olarak eğitimin bireye sağladığı toplumsal, siyasal ve ekonomik işlevleri bulunmaktadır.
Eğitim hakkı niteliği itibarıyla ikinci kuşak haklarından olup; sosyal, ekonomik ve kültürel haklar içerisinde yer alan temel haklardandır. Pozitif statü hakları grubuna dahildir. Yani devletin hak sahiplerinin ihtiyaçlarını karşılamak için olumlu bir edimle bir eylem ve müdahale planlaması yapma zorunluluğu vardır. Anayasamızın 42. maddesiyle de ilköğretimin zorunlu ve parasız olması hükme bağlanmış olup, özel eğitime muhtaç çocuklar için de devletin gerekli önlemleri alması gerektiğini belirterek devlete olumlu bir edim yükümlülüğü yüklenmiştir.
Anayasanın eşitlik ilkesi gereğince eşit konumda bulunan çocukların eşit olarak eğitim hakkından yararlanmaları gerekmektedir. Nitekim özel eğitim gerektiren çocuklar için ilave önlemlerin alınması da Anayasanın eşitlik ilkesinin gereği olmaktadır. Zira özel eğitime ihtiyacı olan çocuklar diğerleriyle eşit konumda yer almamaktadırlar. Dolayısıyla devletin özel eğitim gerektiren çocuklar için ilave önlemler alarak eşit olmayan kişilere farklı imkanlar sağlayarak fırsat eşitliği sağlaması ve bir dengeye ulaştırması gerek Anayasa ve gerekse de Milli Eğitim Temel Kanununa göre önemli bir zorunluluktur.
Konunun asıl paradoksal yönü ise normal kişilerden farklı olan bu çocukların hayal dünyaları ve hisleri oldukça kuvvetlidir. Özgüven yitimi yaşamayan çocuklar emsallerinden de öne geçebilmektedirler. Bu nedenle bu çocuklara sahip çıkamamanın faturası olarak çok büyük bir kaynak kaybı yaratmaktadır.
Yaygın olarak kabul edilmekte olan görüşe göre de disleksi ilköğretim çağındaki çocukların % 3-5’inde görülebilmektedir. Bu durum, ilköğretim sınıflarının her birinde en az bir ya da iki çocukta disleksik çocuk olabileceği anlamına gelmektedir. Oysa tespit edilen sayısı bunun çok altındadır. Bu görüşe dayanarak çok büyük ve nitelikli bir kitlenin heba olduğu yargısını öne sürmek mümkündür.
Disleksi problemi yaşayan çocukların tespit edilebilmeleri aslında sınıf öğretmenlerince çok zor değildir. Bu alanda faaliyet yürüten Rehberlik Araştırma Merkezleri’nin ve öğrencinin her halini takip edebilen öğretmenlerinin varlığına rağmen disleksi problemi yaşayan çocuklar ortaya çıkarılamamaktadır.
Ne yazık ki; ebeveynler de disleksinin ne olduğunu uzun bir araştırma neticesinde öğrenebildiği gibi hakları konusunda ise çok daha uzun bir zaman diliminde bilgi sahibi olabilmektedir.
Disleksi problemi yaşayan çocukları Milli Eğitim Bakanlığı yaşadıkları bu problemden ötürü özgül öğrenme güçlüğü ifadesiyle tanımlanmaktadır. Bu teşhisin konulabilmesi için de
% 20 oranında engelli olması öngörülmektedir. Bu tanı Rehberlik Araştırma Merkezleri ya da tam teşekküllü hastanelerden alınabilecek sağlık raporlarıyla konulabilmektedir. Rehberlik Araştırma Merkezleri’nden alınması halinde disleksi problemi yaşayan çocuk okulunda kaynaştırma eğitimine tabi tutulma hakkına sahip olabilmektedir. Hastaneden rapor alınması halinde de özel rehabilitasyon merkezlerinden destek hizmet alabilme olanağına kavuşabilmektedir.
Disleksi problemi yaşayan çocuklar için engelli ifadesi kullanılması kuşkusuz ki çok doğru olmayan bir ifadedir. Muhtemelen fırsat eşitliği açısından diğer çocuklarla kıyaslandığında dezavantajlı grup içinde yer aldıklarından böylesi bir ifade kullanılmıştır. Ebeveynlerin yaşadıkları en büyük çelişkinin başında çocuklarının geniş hayal dünyaları karşısında böylesi bir nitelendirme onlarda bir kabul edilemezliğe ve bir tepkiye yol açmaktadır.
Acaba bu raporun alınması çocuğun avantajına mı yoksa da dezavantajına mı olacaktır? İşte disleksi problemi yaşayan çocukların ebeveynlerinin kafalarını karıştıran problemin düğümü burada yer almaktadır.
Ebeveynler çocuklarının rapor almalarıyla birlikte özürlü mührü vurularak ileride birçok hak mahrumiyetiyle karşı karşıya kalacakları korkusuna kapılabilmektedirler. Oysa çocukların hak sahibi olabilmeleri için bu raporun alınması elzemdir. Diğer yandan da her ne kadar engelli nitelendirilse de bu çocuklar için verilen bu rapor hiçbir hak mahrumiyeti yaşamalarına yol açmamakta ve sadece özgül öğrenme güçlüğü yaşayan kişilere tanınan haklara sahip olabilmektedir. Diğer yandan da yasanın öngördüğü hakkın süjesi olabilmek için önemli bir hak elde edilebilme avantajı elde edebilmektedirler.
Bu çocuklar gerek bireysel ve gerekse de hukuksal olarak desteklendikleri ve ebeveynler tarafından da yüreklendirildiklerinde harikalar yaratabilecek kapasiteye sahiptirler.
Rehberlik Araştırma Merkezi’nce verilen özgül öğrenme güçlüğü raporu üzerine çocuğun okulunda aralarında velinin de yer alacağı kurul toplanır. Bu kurulda çocukla ilgili bir eğitim performansı saptanır, ilkeler belirlenir ve sosyal-fiziksel tedbirler konuşulur. Bu kurulun bir eğitim yılı içinde en az iki kez toplanma zorunluluğu vardır. Özel Öğrenme Güçlüğü tanılı öğrenci haftada 12 saati aşmayacak şekilde ihtiyacı olan derslerden ‘Destek Eğitim Odasından’ bireysel olarak yararlandırılır. Çocuğa sınavlarda ek süre verilmesi, tek kişilik salonlarda sınav görmesi, bir öğretmenin okuyucu ve kodlayıcı olarak sınavlara eşlik etmesi, derslerde en önde oturması gibi hakları bulunmaktadır.
Çocuk hakları sözleşmesine göre çocuğun üstün yararı gözetilmek zorundadır. Diğer yandan da eğitim hakkının öznesi engelli ise bu hakkın yerine getirilmesinde devletin üstleneceği eylem ve önlemler önemli ölçüde farklılık göstermek zorunda kalacaktır.
Çocuğun raporlu olması halinde ebeveyn çocuklarının sahip olduğu hakların tatbik edilmesini okul yönetiminden talep edebileceklerdir.
Bu probleme yönelik hakların tatbikini talep edebilme ve mağduriyetlerine dayalı hak isteyebilme hakkına sadece raporlu kişiler sahiptirler. Disleksi sorunu yaşayan çocuklar rapor almaları halinde, Milli Eğitim de o oranda okullarını disleksi problemi yaşayan çocukların eğitimlerine uygun hale getirmeleri mümkün olacaktır. Diğer yandan eğitim hakkı pozitif statü haklarından olduğu için çocuklarının eğitimlerinde ortaya çıkan bir aksaklıktan ötürü ebeveynler haklarını arayabilirler.