“BU ÇOCUK BURAYA UYGUN DEĞİL” DİYEMEZSİNİZ!

Avukat Cansu Korkmaz, özel bir okulun DEHB tanılı öğrencisinin ortaokula geçiş kaydını reddetmesi üzerine açtıkları davada yürütmeyi durdurma kararı aldırdı. Korkmaz, hiçbir okulun ‘bu çocuk buraya uygun değil’ diyemeyeceğini bu kararın kamu sorumluluğu taşıdığını vurguluyor.

Bir özel okulun 5 yıl boyunca kendi öğrencisi olan dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) tanılı öğrencisinin ilkokuldan ortaokula geçiş kaydını yapmak istememesi sonucunda büyük bir hukuk mücadelesi verdiniz. Öncelikle sürecin başlangıcını anlatabilir misiniz? Aile size başvurduğunda nasıl bir tabloyla karşılaştınız ve ilk adımınız ne oldu? Şu an dava ne aşamada?

Öncelikle çocuğun resmen özel eğitimin koruyucu şemsiyesi altına alınmasını sağladık; aile Rehberlik ve Araştırma Merkezi’ne başvurarak çocuğu eğitsel olarak tanılattı ve RAM tam zamanlı kaynaştırma/bütünleştirme yoluyla eğitim alması yönlendirmesinde bulundu, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu da çocuğu kendi okuluna ve kendi sınıfına yerleştirme kararı verdi. Bu aşamadan sonra öncelikle 4. sınıftan itibaren olmak üzere ihtiyaç duyduğu, 5.sınıfta da ihtiyaç duyabileceği tedbirleri alabilmek için BEP Geliştirme Birimi toplantısı yapıldı. Devamında okul öğrencinin 5. sınıf kayıt işlemini ısrarla gerçekleştirmeyince vekil olarak ihtarname çektik. Sonrasında da idare mahkemesinde dava açtık. Davada yürütmenin durdurulması kararı verildi, gelinen aşamada dava henüz resmen sonuçlanmadı fakat okul öğrencinin okul kaydını yeniledi ve çocuk 5. sınıfa başladı.

Bir özel okulun “şartlarımız uygun değil” diyerek özel gereksinimli bir öğrencinin kaydını reddetmesi, hukuken ne anlama geliyor?

Eğitim hakkının ihlali anlamına geliyor. Daha önceki yazılarımızdan ve röportajlarımızdan da hatırlayacaksınız, Türkiye’de üç tane eğitim ortamı var: birincisi çocuğun gerekli destekleri de alarak akranlarıyla aynı sınıf ortamında eğitim gördüğü tam zamanlı kaynaştırma / bütünleştirme yoluyla eğitim, ikincisi aynı okulda fakat farklı bir sınıfta eğitim gördüğü özel eğitim sınıfları ve en son ve en az tercih ettiğimiz akranlarından ayrı bir okulda, sadece engelli bireylerin eğitim gördüğü ayrıştırma okulları dediğimiz özel eğitim okulları. Bunlar sınırlı sayıda düzenlenmiş eğitim ortamları, yani bunlar dışında Türkiye’de bir eğitim ortamı yok.

Resmi veya özel fark etmeksizin herhangi bir okulun “bu öğrenci buraya uygun değil” demesi mümkün değil, çünkü sayılan eğitim ortamları dışında bir sistem yok, bunun kararını verecek olan okul da değil. Çocuğun eğitim ortamını değiştirme yetkisi il/ilçe milli eğitim müdürlüklerinde bulunan özel eğitim hizmetleri kurulu, bu kurul da RAM’ın değerlendirmesi ve yönlendirmesiyle bu kararı veriyor. Dolayısıyla okulun bu şekilde bir iddiası ya da değerlendirmesi varsa sebepleriyle birlikte ilgili mevzuata göre ilçe milli eğitim müdürlüğüne bildirmesi lazım.

Fakat burada şöyle bir durum var; tam zamanlı kaynaştırma/bütünleştirme yoluyla eğitim, çocuğun akranlarıyla aynı ortamda hiçbir destek olmaksızın aldığı bir eğitim değil. Okul önce kendi üzerine düşenleri yerine getirecek, çocuğa eğitim verecek, BEP yapacak, bu BEP’leri uygulayacak, destek eğitim odası açacak, çocuk burada destek eğitim alacak ve okul bunları yaparken çocuğu izleyecek. Bu izlemden sonra çocuğun akademik ve bilişsel olarak mevcuttaki eğitim ortamının değişmesi gerektiğini düşünüyorsa o zaman RAM’a yönlendirecek.

Böyle bir durumda, diyelim ki çocuğun eğitim ortamı tam zamanlı kaynaştırma/bütünleştirme yoluyla eğitimden özel eğitim sınıfına çıktı. Bu durumda öncelikli olarak çocuğun kayıtlı olduğu okulda bir özel eğitim sınıfı açılır. Resmi ve özel okul olup olmaması fark etmez. Çünkü aslolan çocuğun eğitim ortamının en az kısıtlanması, en az değiştirilmesi ve akranlarından en az koparılmasıdır.

 Özel okulların özel eğitim tedbirlerini uygularken uyması gereken mevzuat nedir? Resmi okullardan bir farklılığı var mı?

Resmi okullardan herhangi bir farkı yok. Özel okullar ya da Milli Eğitim Bakanlığı mevzuatındaki ismiyle “Özel Öğretim Kurumları” Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı, ruhsat usulü çalışan okullar. Buna biz hukuk doktrininde “virtüel kamu hizmeti” de diyoruz, Anayasamıza göre sosyal devlet ilkesi gereği devletin bizzat kendisinin yapması gereken kamu hizmetleri var; eğitim, sağlık, barınma ve benzeri gibi. Fakat devletin farklı sebeplerle her yere yetişmesi, bütçe ayırması ve sair, mümkün olmayabilir, bu sebeple Tevhid-i Tedrisat Kanunu (eğitimde birlik) ve Milli Eğitim Temel Kanunu uyarınca özel hukuk tüzel kişilerine -şirketler, vakıflar gibi- özel öğretim kurumu açma izni veriliyor. Bu kurumlar tüm işleyişiyle Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı. İlgili Özel Öğretim Kurumları Kanunu ve yönetmeliğini incelediğinizde de hemen hemen her şeyde “bakanlıkça uygun bulunma”, “izin”, “denetim” ve benzeri gibi kelimeler görürsünüz. Bunlar özel okul da olsa Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıdır. Kendi kurum yönetmeliklerini de oluşturabilirler, fakat bunlar Milli Eğitim mevzuatına aykırı olamaz.

Bu genel bilgilendirmeden de anlayacağınız, aynı devlet okulu gibi Özel Eğitim Hizmetleri Yönetmeliği’ni de uygulamaları gerekiyor. Özel eğitim tedbirleri kapsamında resmi okul (devlet okulu) ve özel okul farkı bulunmuyor.

 Bu tür bir engelleme, çocuğun eğitim hakkı açısından nasıl bir mağduriyet yaratıyor? “Üstün yarar ilkesi” bu noktada nasıl devreye giriyor?

Üstün yarar ilkesinin aslında hiç devreden çıkmaması gerekiyor. Fakat “bu çocuk buraya uygun değil” savının altına “biz sizin iyiliğiniz için söylüyoruz” gibi bir söylemle hem mantığa hem vicdana oturtmaya çalışıyorlar. Böyle bir durum yok. Bahsettiğim gibi akranlarıyla aynı eğitim ortamında eğitim-öğretim görmesi kararı verilen bir çocuğun hiçbir surette bu bahanelerin arkasına sığınılarak akranlarından koparılmaması gerekiyor. Tipik bir eğitim hakkının ihlali ve ayrımcılık. Çocuk okullar başlamış olmasına rağmen 1,5 ay okula gidemedi. Burada aile her zaman olduğu gibi çok bilinçliydi, aradaki açığı kapatmak için ellerinden geleni yaptılar. Fakat çoğu aile uğraşmak istemiyor maalesef.

Bu olay münferit mi, yoksa özel okullarda kaynaştırma öğrencilerinin kabul edilmemesi gibi benzer durumlarla sıkça karşılaşıyor musunuz?

Münferit bir olay değil, farklı sınıflarda, farklı kademelerde ve farklı özel okullarda aynı sorunları yaşıyoruz. Sadece kayıt ya da kayıt yenileme de değil, özel eğitim tedbirlerinin gerektiği gibi uygulanmadığı durumlarla da karşılaşıyoruz.

 Özel gereksinimli çocuğu olan aileler bu tür durumlarda hangi adımları atmalı?

Aile öncelikle bilinçli olmalı, haklarını bilmeli. Yayınlarımızı, seminerlerimizi takip ederek haklarını öğrensinler. Gerektiği takdirde özel eğitim hukuku konusunda danışmanlık alarak süreçleri bir avukatla ilerletmeliler. Fakat bu hukuki danışmanlık, vekilin ailenin avukatı olarak okulla birebir muhatap olduğu bir süreç değil. Biz bu şekilde yapmıyoruz. Biz çocuğun avukatıyız, pusulamız çocuk. Özel eğitim tedbirleri konusunda hem aileyi, hem okulu yönlendiriyoruz. Tarafların bu yönlendirmeye açık olması lazım. Tarafların, özellikle de okulun iletişime ve çözüme açık hareket etmesiyle süreç daha hızlı ve hak temelli ilerliyor.

Unutulmaması lazım, bu bir yarış değil, maraton. İnişler ve çıkışlar var. Hazırlıklı olmak ve doğru yolda ilerlemek gerekiyor.

Hukuken herkes için zorunlu olan “kapsayıcı eğitim” anlayışı, uygulamada sizce ne kadar karşılık bulabiliyor?

Kapsayıcı eğitimin bir devlet politikası olması lazım. Ayrıştırma okulları yerine bütünleştirilmiş eğitim ortamlarının oluşturulması lazım. Bizim mevzuatımızda her ne kadar kaynaştırma ve bütünleştirme terimleri aynı anlamda kullanılıyor olsa da bu terimler, bildiğiniz gibi birbirinden farklı. Dolayısıyla kapsayıcı eğitim Türkiye’de şu an yok.

Ama olması gerekiyor. Tüm dünya da artık kapsayıcı eğitim ortamlarına yöneliyor. Artık dört duvar arasında, 40’ar dakikalık derslerle, öğretmenin tahtaya çıkıp ders anlattığı sistemlerden uzaklaşılıyor. Öğrenci ve öğretmenin hem birbirileriyle, hem çevreyle, hem akranlarıyla temas halinde olduğu bütüncül ve kapsayıcı eğitim modelleri ön plana çıkıyor. Fakat Türkiye’deki özel okullar tam tersine öğrencileri daha da ayrıştırmayı tercih ediyor.

Her sokak başında mantar gibi türeyen özel okullarla eğitimin niteliği çok düştüğü bir gerçek. Gerçekten amacı Türkiye’nin gelecek nesillerini yetiştirmek olan özel okulların kapsayıcı eğitimde öncü olması gerekiyor.   Bir ülkenin kalkınması ve çağdaş bir seviyeye ulaşması, ancak herkesin erişebildiği nitelikli bir eğitimle mümkün olur. Çünkü eğitim, sadece bireyleri değil, toplumu da dönüştürür; kimseyi dışarda bırakmadan, hep birlikte daha güçlü bir geleceği inşa etmenin en etkili yolu kapsayıcı eğitimdir.

Bu davada sizi en çok etkileyen an ne oldu? Sizi bu konuda mücadele etmeye iten motivasyon nedir?

Dosyada verilen yürütmenin durdurulması kararı gerekçeli olarak verildi ve bu idari dosyalarda çok alışık olmadığımız bir durum. Özel eğitimin amaçlarını, özel okulların bu konudaki sorumluluklarını açıklayan bir karardı. En güzel tarafı ise kararda şöyle bir ibare geçiyor: “Öğrencinin kişisel eğitimine ve gelişimine katkı sunarak okula kazandırması ve öğrenim güçlüğünü aşması için desteklenmesi gerekirken tam tersi bir tutumla dışlanması ve okuldan uzaklaştırılması sonucunu doğuracak şekilde kaydın yenilenmemesi işleminde hukuka ve hakkaniyete uygunluk görülmemiştir.”

Bu kararla doğru bir yolda, çok doğru sebeplerle avukatlık yaptığımı bir kez daha anladım. Bu başarı bir ekip çalışması; aile hiçbir zaman bastırılmaya, sindirilmeye çalışılsalar da vazgeçmedi. Onların bu mücadelesinin tüm ailelere örnek olmasını diliyorum.

Eğitim Hakkı Mücadelesinde Bir Anne Gözüyle

 Oğlunun okul kaydı yenilenmeyince hukuk mücadelesine katılan anne, süreci başından itibaren anlattı.

Oğlunuzun okul sürecini başından itibaren bize anlatır mısınız?

Oğlum okul hayatına başladığında öğrenmeye çok meraklı ve çok enerjik bir çocuktu. İlk yıllarda öğretmenleriyle ve arkadaşlarıyla uyumlu bir ilişki içindeydi. Farklı düşünme biçimi, merakı ve teknolojiye ilgisi hep dikkat çekti. Biz de onun öğrenme biçimini desteklemek için okul ile sürekli iletişim içinde olduk. Oğlumun bireysel özellikleri tanındığında başarı gösterdiğini, sınıfı ile uyum içinde hareket edebileceğini defalarca gördük.

 İlkokuldan sonra ortaokul kaydı yapılmayınca neler hissettiniz?

Açıkçası tarif edilmesi zor bir hayal kırıklığıydı. Yıllardır emek verdiğimiz, oğlumuzun aidiyet kurduğu bir kurumdan hiçbir somut gerekçe olmadan dışlanmak bizi derinden yaraladı. Bir anne olarak en çok zoruma giden, oğlumun “Ben hangi okula ne zaman gideceğim?” diye sormasıydı. Tek dileğim bugünün hafızasında yer etmeden silinip gitmesi.

Okul yönetimiyle görüşmelerinizde size nasıl bir gerekçe sunuldu? Oğlunuz bu süreçte neler yaşadı?

Görüşmelerimizde net, tutarlı bir gerekçe sunulmadı. Sürekli yuvarlak cümleler, belirsiz ifadeler duydum. Söylenen şeylerin içerisinde ise çocuğun okulunda alıştı ve kabul gördüğü ortamda devam ettirilebilmesine dair en ufak bir yaklaşım kırıntısı da yoktu maalesef. Oysa biz iş birliğine açık, çözüm odaklı bir tutum içindeydik.

Arkadaşlarından ve velilerden destek gördüğünüzü öğrendik. Bu destek size ve oğlunuza nasıl güç verdi?

O destek olmasaydı bu kadar güçlü duramazdık. Çocuğumun arkadaşlarının ve velilerin sessizce ama içten bir dayanışma göstermesi bize moral oldu. Bizler de yalnız olmadığımızı, adaletin sadece mahkemede değil insan ilişkilerinde de var olduğunu gördük. Bu dayanışma psikolojik olarak en zorlandığımız anlarda bizi ayakta tuttu.

Bir anne olarak, bu süreçte en zorlandığınız an neydi? Oğlunuzun eğitim hakkını savunurken duygusal olarak en çok hangi noktada yıprandınız?

En zorlandığım an, oğlumun okullar açıldıktan 2 hafta sonra “Ben okula ne zaman gideceğim? Ben kendi okula gitmek istiyorum” diye ağladığı geceydi. O anda bir anne olarak elimden hiçbir şey gelmemesi beni paramparça etti. Bir çocuğun eğitim hakkı için mücadele etmek zorunda kalmak başlı başına yıpratıcıydı. Adalet ararken aynı zamanda oğlumu korumak, umutlu kalmasını sağlamak çok büyük bir dengeydi.

Sürecin başından beri yaşadıklarınıza baktığınızda, şu anda geldiğiniz noktada neler hissediyorsunuz?

Artık daha sakin ama daha farkında hissediyorum. Bu süreç bize dayanıklılığı öğretti. Oğlumun hakkı için verdiğim mücadele bana hem bir anne hem bir insan olarak çok şey kattı. Hala içimde kırgınlık var ama aynı zamanda adaletin yerini bulacağına dair güçlü bir inanç da taşıyorum.

 

Son olarak, benzer durumlar yaşayan ailelere ne söylemek istersiniz?

Hiçbir zaman susmasınlar. Her çocuğun eğitim hakkı kutsaldır ve korunması gerekir. Ne olursa olsun, çocukların yanında durmak, onların sesini duyurmak en büyük görevimiz. Eğitim konusunda hakları olduğunu bilsinler ve öğrensinler. Çocuklarımızın eğitim hakkını ve geleceğini korumak için ailelerin bilinçlenmesi çok önemli. Bu süreçte yalnız hissetmesinler; doğruyu savunmanın yolu bazen uzun ama sonunda mutlaka bir ışık beliriyor.