ZORLU HABERLERDEN UMUT DOLU ÇOCUK KİTAPLARINA: SEDA ÖĞRETİR

Başarılı haber spikeri Seda Öğretir ile çocuk edebiyatının renkli dünyasına uzanan ilham verici yolculuğunu konuştuk.

 

Haber spikeri olarak başladığınız kariyerinizde çocuk kitapları yazmaya nasıl karar verdiniz?

Haberin fazlaca yetişkin işi olması, içeriğinin (politika, adli vakalar vb.) çoğu zaman negatife odaklanması gibi gerçekler beni içinde daima ‘umut’ barındıran çocuk edebiyatına yöneltti diyebilirim.

 Hem bir anne hem de bir yazar olarak, çocuk kitapları sizin için ne ifade ediyor?

Bir çocuk kitabı hiçbir zaman sadece çocuk kitabı değildir. Yetişkin dünyası hayallere sınırların çizildiği, heveslerin ve merakın törpülendiği, rengi az, kokusu tek düze bir dünya. Tek kelimeyle tanımlarsak çorak bir dünya. Oysa çocuk evreni bambaşka, rengarenk, cıvıl cıvıl. Çocuk kitabı okuyan yetişkinler hatırlar.

Neyi? Bir zamanlar dünyalarının muhteşem bir yer olduğunu ve her gün yeni şeyler öğrendiklerini.

Kefi Tarihin Peşinde kitabınızda tarihin gizemlerinin peşine düşen inci kefali Kefi’yi anlatıyorsunuz. Bu kitabı yazarken nasıl bir araştırma süreci geçirdiniz?

Kefi Tarihin Peşinde serinin ikinci kitabıydı. İlkinde göç yolculuğunu anlatmıştım. Birinci kitabı yazarken Van’a gide gele coğrafyasından da tarihinden de çok etkiledim. Urartu medeniyeti beni sarıp sarmaladı. Kefi’nin de Vanlı bir kahraman olarak evine, geçmişine dair bir şeyleri öğrenmesi güzel olur diye düşündüm. Onun evinde, Van Gölü’nün dibinde yatan ve adı Akdamar olan batık geminin hikâyesini örneğin. Ya da Akdamar Adası’nınkini… Araştırmalarımı da genelde direkt yerinde gidip görüp, sorup öğrenerek yaptım.

Kefi’nin maceralarını yazmadan önce konu aklınızda nasıl şekillenmişti?  Nereden ilham aldınız?

İnci kefallerinden elbette! Kitabı inci kefallerinin göçü haberini stüdyoda sunduktan sonra, görüntülerini izlerken hayal ettim. Bu yerel kahramanın evrensel hikâyesi çocuklar için yazılmalı diye düşündüm.

Kefi kitap serinizde evrensel bakışı da, Van Gölü’nde geçmesi sayesinde bizden yerel bilgileri de dengelemeniz çok güzel. Çocuklarımızın bu coğrafyada geçen hikayeleri okumalarını önemsemenizin özel bir nedeni var mı?

Van’da göç zamanı balık bendinde inci kefallerinin zıplayışını çocuklarla izlerken onlara balığı tanıyıp tanımadıklarını sordum. Elbette adını biliyorlardı ama sadece o kadar. Neden o sırada gölde değil de akarsuda olduklarını, neden zıpladıklarını, amaçlarını bilmiyorlardı. O coğrafyada, inci kefalleriyle yaşayan, gölde yüzerek büyüyen çocukların bu sorulara verecek yanıtının olmamasından etkilendim. Oradan başlayarak bütün Türkiye’ye bu balığı anlatmak istedim. Bugün İstanbullu, İzmirli, Ankaralı okuyucularımın ebeveynleri bana mesaj atıyor. “Çocuğum tatilde Van’a gitmek istedi Seda Hanım, ne zaman gidelim?” diye soruyorlar. Bu beni çok mutlu ediyor.


Ülkemizde çocuk edebiyatında pek çok çeviri eser raflarda yer bulurken yerli yazarlarımız biraz geri planda mı kalıyor? Bu konuda neler düşünüyor ve hissediyorsunuz?

Çok güzel çeviri eserler var. Çocukların dünya yazınının keyfini çıkarması açısından bunu çok önemsiyorum. Bambaşka coğrafyaların öyküleri onların sonsuz hayal gücüyle buluşuyor. Bu harika! Yerli yazarlarımızın da son dönemde sayısının artması nitelikli çocuk edebiyatı eserlerinin çoğalmasına neden oldu. Kitapçılarda çocuk edebiyatı ürünleri daha çok yer kaplıyor. Buna sevinmekle birlikte ergenlere yönelik bazı tatsız kitaplarla da karşılaşıyoruz. İçinde bolca kriminal olay ve cinsellik barındıran bu kitapların edebi yanı ne yazık ki yok.

Kovuk kitabınızda, dört arkadaşın olağanüstü bir deneyim yaşadığı bir hikaye anlatıyorsunuz. Bu hikayeyi oluştururken ne tür kaynaklardan ilham aldınız?

Kovuk bir zaman yolculuğu hikâyesi. Bu konuyu ele alan sayısız kitap ve film izledim. Zaman yolculuğu okuyucu ve izleyici olarak her zaman çok sevdiğim bir tema oldu. Bir de benim kitaplarda olmazsa olmazım çevresel konular. Hemen her kitabımda çevre sorunlarına değindim. Bundan 600 yıl önce İstanbul acaba ne kadar daha yeşildi? Bunu Belgrad Ormanları’nda yürüyüş yaparken düşündüm. Anıt ağaçlara meraklı olduğumdan ormanın derinliklerinde olağanüstü iki ağacı aradım ve buldum. Onlar “Bizi yaz!” diye bağırdı. Ben de hayalimdeki çocukları onlardan birinin dev kovuğuna sokup 600 yıl öncesine yolladım.

Gizemli Duvar – Alya’nın Dünyası kitabınızda merak teması ön planda. Çocukların merak duygusunu beslemek sizin için neden önemli?

Merak bütün çocuklarda var ama ne yazık ki büyüdükçe azalıyor. Ben kitaplarımda onların merak duygusunu beslemektense onlarda zaten var olan o duyguyla oyunlar oynamayı seviyorum. Keşke yetişkinler merak etmekten vazgeçmemiş olsa.

Sünger Şehir kitabınızda iklim krizi konusunu ele alıyorsunuz. Çocukların bu tür ciddi konularla öğrenerek mi başa çıkmasını umuyorsunuz?

İklim krizi maalesef bizlerin ve önceki kuşakların çocuklarımıza bıraktığı miras. Oysa kim çocuklarına onların hayatını zorlaştıracak ve baş etmek zorunda kalacakları bir belayı miras bırakmak ister? Bu düşüncesizliğimiz sonucu onları zor günler bekliyor. Üstelik çocuklar hiçbir katkısı olmadıkları iklim krizi konusuna bizlerden daha duyarlı. Ben onların bu konudaki hassasiyetleri öyle bir içlerine sinsin ki; büyüdüklerinde de kaybetmesinler istiyorum.

Kitaplarınızda sevgi ve yardımlaşmayı hep ön planda tutuyorsunuz. Özel gereksinimli bireylerde bu kavramların etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sevgi de, yardımlaşma da çocuğun doğasında var. Özel gereksinimli ya da değil, hepsinin ihtiyacı da sevgi, düşünmeden karşısındakine sunduğu da sevgi. Yardımlaşma da aynı şekilde. Onları uzaktan, sadece acil durumlarda müdahale etme amacıyla izleyip baş başa bıraktığımızda aslında sevgiyle ve yardımlaşmayla birçok meseleyi aştıklarını görüyoruz. Biz yetişkinlerin nerede durup, nerede müdahale edeceğimizi iyi bilmemiz gerekiyor. Sadece bu!

 Okullarda ve çeşitli etkinlik alanlarında sık sık çocuklarla bir araya geliyorsunuz. Çocuklarla bu kadar yakın olmak size ne hissettiriyor?

Çocuklar benim besin kaynağım. Katıldığım etkinlerde ve söyleşilerde çocuklar sorularıyla ve doğrudan eleştirileriyle zihnimi açıyor, bana yeni öyküler yazmam konusunda ilham veriyorlar. Onlardan çok şey öğreniyorum. Benim yazarlığımın büyük parçasını yazmanın dışında bu buluşmaların oluşturduğunu söyleyebilirim.

 Daha önce Senegal’de bir okul gezisine katılmışsınız. Orada neler gözlemlediniz?

Dünyanın farklı coğrafyalarında çocuklarla buluşmaya gayret ediyorum. O çocuklar Fransızca bildiği için aramızda sözlü iletişim olamadı. Ama elbette iletişim oldu. Çocuklarla iletişim kurmak için aynı dili konuşmanız gerekmiyor. Çocuk dünyası evrensel kodları olan bir dünya. Şakalaşarak, taklit yaparak, beden dilini kullanarak onlarla anlaştık. Her zaman olduğu gibi ilgi ve sevgiyle karşıladık birbirimizi.

Yayına hazırlık öncesi çok not alan birisiniz sanırım. İyi bir çocuk kitapları yazarı nasıl bir hazırlık sürecine girmeli? Verebileceğiniz tüyolar var mı?

Yazmanın en heyecanlı bölümü ön hazırlık kısmı. Öykün geçtiği mekânı, zamanı, atmosferi, arka planı, toplumsal yapıyı, dili, karakterleri… Tamamını bir bütün olarak ve ayrı ayrı araştırıyorum. Bu aşamada habercilikten gelen bir refleksle çoğunlukla konuyla ilgili uzman kişilerle görüşmeyi seviyorum. Bu bazen bir tarihçi, bazen bir meteoroloji uzmanı bazen de bir orman mühendisi oluyor. İşime yarayacak ne var ne yok her şeyi soruyor, ses kaydı veya not alıyorum. Daha sonra okuma dönemim başlıyor. Kafamda dolaşan öyküyle temas eden veya etmesi ihtimali olan kaynakları taramaya başlıyorum. Tabii yine notlar alarak. Bütün bu aşamalardan sonra onlarca defter ve kitapla bilgisayarın karşısına geçip yazmaya başlıyorum.

“Sevgi de, yardımlaşma da çocuğun doğasında var. Özel gereksinimli ya da değil, hepsinin ihtiyacı da sevgi, düşünmeden karşısındakine sunduğu da sevgi. Yardımlaşma da aynı şekilde. Onları uzaktan, sadece acil durumlarda müdahale etme amacıyla izleyip baş başa bıraktığımızda aslında sevgiyle ve yardımlaşmayla birçok meseleyi aştıklarını görüyoruz.”

Sizin kitaplarınız kaç yaş okura uygun? Okuma yazması olmayan ya da yaşı büyük ama özel gereksinimli olması nedeniyle okuma yazma becerileri zayıf çocuklara okunurken nelere dikkat edilmeli? Neler önerirsiniz?

Kefi’nin Maceraları serisi 7-8 yaşa uygun. Kovuk, Gizemli Duvar ve Sünger Şehir de 9-10 yaşın rahatça okuyacağı kitaplar. Yetişkinler okumayı henüz öğrenmemiş veya özel gereksinimli çocuklara kitap okurken bir parça oyunculuk gösterebilirlerse daha etkili olabilir. Ses tonuyla oynamak, öykünün duygusal iniş çıkışlarını beden diliyle anlatmak her zaman odaklanmayı kolaylaştırıyor.

 Biliyorsunuz biz özel gereksinimli bireyler için çalışan bir derneğiz. Sizin yolunuz hiç özel gereksinimli bireyler ile kesişti mi?

Elbette kesişti. Yakınlarım arasında özel gereksinimli çocuğu olanlar var. Annelerin ve babaların nasıl olağanüstü bir emek harcadığını bizzat gözlemliyorum. Hepsinin ortak kaygısının/dileğinin çocuklarının onlar olmadan da hayatlarını idame ettirebilmesi olduğunu biliyorum. Bu konuda ne kadar çok uğraştıklarının farkındayım. O ailelerin hayatlarını kolaylaştıracak daha sosyal politikalara ve yaklaşımlara ihtiyacımız var.

 Farklılıklara saygı kavramı sizin için ne ifade ediyor?

Farklılıklara saygı ancak empatiyle olur bence. Durup düşünmemiz ve kendimizi diğerinin yerine koyabilmemiz gerek. Bunu başarabilen kişi yargılamaz ve farklılıkları zenginlik olarak görür.

 Otizmli, down sendromlu ya da CP’li çocuğu olan bazı ailelerimiz yadırgayan bakışlar ile mücadelede etmemek için bazen evden çıkmak bile istemiyor. O ailelerimize ne söylemek isterseniz?

Öncelikle onları anladığımı söylemek isterim. İçinde bulundukları durumun hiç kolay olmadığını, insanüstü bir mücadele verdiklerini biliyorum. Empati yoksunu insanların yargılayan veya yadırgayan bakışlarına muhatap olmak, içinde oldukları mücadelede eminim gardlarını düşürüyor. Bütün özel gereksinimli ailelerin sokaklara, etkinliklere katıldığını hayal ediyorum. O zaman belki toplumda bu durum olması gerektiği gibi sıradanlaşabilir. Belki herkes evde kalmak yerine dışarı çıksa, yargılayan bakışların sahipleri sürekli bir yerlerde otizmli, down sendromlu ya da CP’li çocuklarla karşılaşsa bunu yadırgamamayı artık öğrenirler diye düşünüyorum.