ZORBALIK…

Sosyal medya üzerinde milyonlarca videoya denk geliyoruz her gün. Bir kısmını izliyor, kimisini izlemek için ayırdığımız zamana acıyor, kimisine asla anlam veremiyoruz. Ve bazen de izlediklerimizi uzun süre hafızamızdan silemiyoruz. Onlardan bir tanesi de okul zorbalığına maruz kalan bir özelgereksinimli çocuğumuzun videosuydu benim için.

 Down sendromlu birey annesi, öğretmen, yazar Süreyya Ülkü Güler yazdı.

Latince adıyla “dwarfizm” denilen cücelik sendromuna sahip bir çocuk, okulda sürekli olarak zorbalığa maruz kalıyor. Annesi de onu hakkı olan eğitime devam etmesi için sürekli destekliyor fakat okulda işler öyle çığırından çıkıyor ki, kadın artık dayanamayarak çocuğunun bir videosunu çekerek sosyal medyada yayınlıyor. Çocuk avazı çıktığı kadar hem ağlıyor, hem de annesine “ bana bir bıçak ver, ölmek istiyorum.” diyor. Bir yandan da anne, bugüne kadar başlarına gelen zorbalıkları ve çocuğunun yaşadığı psikolojik durumunu anlatıyor.

Videoyu bir kere izleyip geçemiyorsunuz, tekrar tekrar başa sararak, içinizin acıdığı yeri tam olarak hissedene kadar izliyorsunuz. Herkeste aynı etkiyi yaratıyor mudur, gerçekten bilemiyorum ama üzerinden aylar geçmesine rağmen ben bunu sık sık hatırlıyorum. Belki içinde bulunduğum durumun ona benzerliğinden, belki de o anne ile aynı şeyleri yaşayabilme olasılığının verdiği korkudandır bu hissettiklerim. Bunu bilemiyorum ama bildiğim tek şey okullarda bu zorbalığın birçok alanda çocukların karşısında olacağı.

Zorbalık hayatının birçok evresinde, özel gereksinimi olsun olmasın birçok çocuğun psikolojisini etkiliyor. Ama ne yazık ki, özel gereksinimi olan çocuklar bundan bazen daha fazla etkileniyor ve ailelerin de işi biraz zorlaşıyor. Her zaman fiziksel özellikler ile ilgili değil, bilişsel veya konuşma yetisi ile ilgili de ciddi zorbalıklar çıkıyor karşımıza.

Dersi anlamayana ,”aptal mısın?” , topa vuramayana “mal mısın?” , ağır işitene ,”sağır mısın?” , güzellik algımıza uymayana “aynaya bakmaz mısın?” yakıştırmalarını ilk söyleyenler kesinlikle çocuklar değil. Büyüklerinden, sokaktaki arkadaşlarından, belki de okuldaki öğretmenlerinden duyuyorlar bunu. Sonra da güzelce her ortama uydurup, bir şekilde kullanıyorlar. Empati kuramadığı, karşısındakinde açacağı yarayı tahmin bile edemediği için de kullanmaya devam ediyor.

Birçok çocuk sözel zorbalığı yaparken eğlenme, gülüp geçme derdindedir. Bunun nasıl hissettirdiğini bilmez fakat karşısında yarattığı kızgınlıktan keyif alır. Zorbalığa maruz kalanın penceresinden görünen ise daha büyük bir sorundur. Kızgınlığı geçmez, içinde büyür. Okuldan soğur, derslerden soğur, psikolojisi alt üst olur. Sırf bu pencereden görünenlere daha yakın olduğum için de öğrencilerimi daha iyi gözlemler, sohbetlerine katılırım. Birbirlerini üzecek bir şey söylediklerinde ufaktan müdahale eder, cümleleri bir de ona kendim söylerim. Söylerim ki ne hissettirdiğini bir düşünsün.

9 yaşındaki Avusturalyalı Quaden Bayles’in okulundaki diğer öğrencilerin zorbalığı ve sataşması üzerine nasıl üzüldüğünü anlatan video internette viral olmuştu. 

Bu olay sonrasında şampiyonaya yarışan rugby takımı Quaden Bayles’i final maçlarına davet etti. 

Okullarda özel gereksinimli çocuklarla diğer çocukların nabzını tutmak yorucudur. Kaynaştırma öğrencisi derslerin bazılarından alınır, birebir derse gider. Bunu o sınıfın diğer çocuklarına doğru yollarla anlatamazsanız peşine düşer, nedenini öğrenmek için sürekli durumu kurcalar. Sınavlarda kaynaştırma öğrencileri, kendi potansiyelleri ölçüsünde sınav olurlar. Eğer kağıdının farklı olduğunu bir başka öğrenci anlarsa, “onun soruları neden benimkinden kolay?” sorusuyla döner öğretmenine. Tatmin edici bir açıklama ile karşılaşmadığı sürece de bu onlar arasında bir zorbalık konusu olma yoluna girer.

Anaokullarında durum her ne kadar daha kolay gibi görünse de, sadece oyun oynuyorlar sansanız da onlar da bazen sessiz zorbalık yaparlar. Kendinden farklı olanın farkındaysa, onu dışlama, oyununa katmama davranışları sergileyebilirler. 5 yaşına kadar hiç konuşmayan bir kızın annesi olarak o dengeyi nasıl kuracaklarını hep merak ediyordum. İnci hiç konuşmuyordu, fakat gelen fotoğraflarda elinden tutan, ona sarılan arkadaşları mutlaka vardı. Bir süre sonra keşfettim ki, öğretmeni sayesinde bozulmadan gidiyordu bu denge. Öğretmenin sevgisi hepsine geçmişti.

Bir gün İnci’yi okuldan almaya gittiğimde bir arkadaşı koşarak yanıma gelip , “biliyor musun, İnci bugün benim adımı söyledi.” dedi. Mutluluğu gözlerinden okunuyordu.

“Yaaa” dedim sevinçle, “Peki, başka bir şeyler daha söylemeye çalışıyor mu? Anlamaya başladınız mı söylediklerini?” diye sordum. “Biraz anlıyorum da neden konuşamıyordu şimdiye kadar ?” deyince ben de kilitlendim. Haklıydı. Kendisi ile aynı sınıfta olan arkadaşlarının hepsi konuşuyordu. İnci neden konuşmuyordu? Hızlıca toparlayıp;

“Çünkü o sizden biraz küçük, konuşmayı sizden öğrensin diye sizin sınıfınıza getiriyorum.” dedim. “O zaman tamam, yakında iyice konuşur sen merak etme” diyip gitti. Üzerinden birkaç hafta geçtikten sonra aynı kız çocuğu okul bahçesinde düşüyor ve ağlıyor. İnci de 2 gün boyunca evde bu durumu anlatarak arkadaşına üzüldü. Okuldan almaya gittiğim bir gün İnci ile birlikte yanıma geldiklerinde;

“ Bahçede düşmüşsün, çok üzüldüm,” dedim.

“Sen nerden biliyorsun?” diye sordu.

“İnci çok üzüldü, evde sürekli seni anlatıyor” dediğimde İnci ona dönüp;

“Deçmiş offun” (geçmiş olsun) deyiverdi. Kız onun söylediğini anlayınca şaşkınlıkla bana baktı ve gidip İnci’ye kocaman sarıldı. O günün gecesinde mesaj kutuma şöyle bir mesaj geldi:

“Kızım bugün heyecanla eve gelip İnci’nin ona büyükler gibi geçmiş olsun dediğini, çok mutlu olduğunu ve İnci’nin onu ne çok sevdiğini anladığını anlatıp durdu. Bilin istedim.”

İyi ki bildim bunu. Üzerimdeki kara bulutlar dağıldı, umuda olan inancım yeşerdi. Böyle günlerde hayat daha yaşanılabilir bir yer oluyor. Bazı ailelerin evde de böyle yaklaşımlarının olduğunu bilmek, çocuklarını da böyle yetiştirdiklerini izlemek mutlu ediyor bizim gibi aileleri.

Zorbalığın önüne de belki bu yaşlarda geçmek lazımdır. Bu yaşlarda onları sevmek, merhamet etmek, empatiyi öğretmek lazımdır. Bir bebeğinin bacağı koptuğunda yenisini almak yerine, engelli bebeği ile oynamasına yardımcı olmak lazımdır. “Ağlayıp durma” demek yerine, onun duygularını anlamak lazımdır. Onu anlarsak, o da bir başkasını anlayacaktır büyüdükçe. Bizden farklı bir fiziksel özelliği olanı gördüğümüzde kolundan çekiştirip durumu fark ettirmek yerine, görmezden gelmeyi, normal davranmayı öğretmek lazımdır.

“Çocuk” deyip geçmeden, saygı ve sevgi çerçevesini bozmadan yaşayacağımız nice günlere…