SİNEMADA OTİZM FARKINDALIĞI: “BİR UMUT OLSUN”

“Bir Umut Olsun” filmi, otizm için farkındalık oluşturmayı hedefliyor. Yapımcılığını Fatma Bal’ın üstlendiği filmin senaryosu otizmli birey annesi Hamide Yeşilyurt tarafından gerçek bir hikayeden yola çıkılarak yazılmış. Pek yakında çekimleri başlayacak filmi, yapımcısı Fatma Bal ile konuştuk.

 

Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Ben Fatma Bal, üç çocuk annesiyim ve duyarlı bir birey olmanın gururunu taşıyorum. Bu sektöre oğlumla birlikte adım attık. Oğlum siyaset bilimci olmasına rağmen, birlikte projeler üretmekten büyük keyif alıyoruz. İlk olarak belgesel çekerek başladık ve o günden bu yana birlikte birçok projeyi hayata geçirdik. Son dört yıldır senaryo yazarlığı yapıyorum; dizi senaryoları üzerine çalışırken film teklifleri almaya başladık.

Yapımcı olarak bir film projesini değerlendirirken, senaryonun vicdanınıza ve ruhunuza dokunması, bir ışık yakması gerekir. “Bir Umut Olsun” filmi tam da böyle bir dönemde karşıma çıktı. Senarist Hamide Hanım, otizmli bir çocuk annesi ve gerçek hayat hikâyesini filme dönüştürmek istediğini belirtti. Senaryoyu okumam için bana gönderdi ve okuduğumda derinden etkilendim. Senaryoyu bir solukta bitirdim, hatta istemsizce gözlerim doldu. O an dedim ki: “Bu filmi yapmalıyım. Eğer beni bu kadar etkiliyorsa, izleyenleri de mutlaka etkileyecektir.”

Bir de şunu fark ettim, otizmli bireylerin ve ailelerinin yaşadıklarından habersiz ne kadar çok insan var. Ben bile bu kadar sosyal sorumluluk projeleri ile ilgilenirken bu kadar farkında değildim. Bu durum beni çok üzdü ve dedim ki, neden şimdiye kadar böyle bir film yapılmadı? Belki de bu film, Türkiye’de otizm farkındalığı sağlamak adına bir ilk olabilir.

Sizi bu projeye çeken en güçlü motivasyon neydi?

İnsani kaygı güden her projeye, konuya ve eşitsizliğe uğrayan her insanın ihtiyacına küçük ya da büyük bir katkı sunmayı öncelikle insan olmanın şartı ve sonra eşsiz bir sevinç olarak görüyorum. Bu projenin beni en çok etkileyen yanı, senaryonun gerçek bir hayat hikâyesine dayanıyor olmasıydı. Otizmi anlatmak ya da otizmle ilgili bir film çekmek isteyebilirsiniz, ancak elinizde gerçek yaşanmışlıklar veya doğru bir danışmanlık yoksa bu oldukça zordur. “Bir Umut Olsun” filmi, tamamen gerçek bir hikayeye dayanıyor. Bir anne, otizmli çocuğuyla yaşadığı deneyimleri paylaşmak ve başkalarının da bundan bir şeyler öğrenmesini sağlamak amacıyla bu hikayeyi yazmak istedi. Bu hikayenin film olabilmesi için de bir yapımcıya ihtiyaç duydu ve benim kapımı çaldılar.

Benim kapım çalındığı zaman dedim ki durup dururken çalınmadı bu kapı. Vardır bir hikmeti. Senaryoyu okuduğumda çok etkilendim ve bu şekilde niyet ederek başladık.

 

Filmin senaryosunu okurken sizi en çok etkileyen kısım ne oldu?

Beni etkileyen çok fazla sahne var. Çok fazla spoiler da vermek istemiyorum ama şunu söyleyebilirim, senaryoyu okuduğum zaman en çok etkilendiğim şey otizmli ailelerden haberdar olmamaktı.

 

Filmin başrolünde otizmli bir genç bulunuyor. Otizmli bir genci seçmenizin nedeni neydi?

Bir yapımcı olarak farkındalık sağlamaktan söz ediyoruz, ancak bu kelime belki de çok sık kullanıldığı için klişe hâline geldi. Gerçek bir farkındalık istiyorsak, bu projede otizmli bir gencin yer alması gerektiğini düşündük. Elbette, başrole çok tanınmış ya da yakışıklı oyuncular koyabilirdik, Pek çok oyuncu da bu filmde otizmli bir genci canlandırmak istedi. Görüştüğümüz oyuncular, bu projede yer almak için büyük bir istek gösterdiler. Hatta sosyal medyada yönetmenlerden çok sayıda mesaj alıyorum; “Bu filmde yer alabilir miyiz?” ya da “Ne gerekiyorsa yapabiliriz” diyenler çok fazla. Bu, elbette beni çok mutlu ediyor.

Ancak, gerçek bir farkındalık için, başroldeki oyuncumuzun da otizmli olması gerekiyordu. Otizmi en iyi otizmli bir birey anlatabilir. Bu filmde vurgulamak istediğimiz şeylerden biri de bu: Otizmli bir genç de oyuncu olabilir, otizmli bir genç de kahraman olabilir. Bizim kahramanımız o. Filmimizde bunu göstermek istiyoruz.

 

Otizmli oyuncunuz Muhammed ile tanıştığınızda, ilk ne düşündünüz?

Muhammed ile ilk tanıştığımda oldukça heyecanlıydım çünkü otizmli bir genç ile ilk defa çalışma fırsatım olacaktı. Senaryoda özellikle Asperger sendromunu ele aldığımız için bu deneyimi yaşamak ve ondan öğrenmek beni çok heyecanlandırdı. Onu bir yemeğe davet ettim. Geldi, oturdu ve sohbet etmeye başladık. O sırada dikkatli bir şekilde onu gözlemliyordum. İlk söylediği şey beni çok etkiledi: “Bana kimse torpil geçmesin,” dedi, çok vakur bir şekilde. “Sette ayrıcalık istemiyorum. Herkese nasıl davranılıyorsa, bana da öyle davranılsın.” Tabii ki, dedim, nasıl istiyorsan öyle olacak.

Birlikte yemeğimizi yedik, güzel bir sohbet ettik. Yemeğin sonunda onu uğurlarken ayakkabılarının bağcıklarının açık olduğunu fark ettim. “Muhammed, ayakkabılarının bağcıkları açık,” dedim. O da “Ben bağlayamıyorum,” dedi. “Düşersin, istersen ben bağlayayım,” dedim ve oturup bağcıklarını bağladım. Bu an beni derinden etkiledi. Sonrasında senarist arkadaşlarla da bu anıyı paylaştım. Güzel de bir sahne ekledik sonra filme bununla ilgili.

 

Otizmli bir oyuncu ile çalışmanın nasıl bir deneyim olduğunu paylaşır mısınız?

Muhammed ile kısa tanıtım filmleri çektik ve onunla çalışmak gerçekten güzel bir deneyim. Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, bazı anlarda sıkıldığı oluyor ama genel olarak uyum sağlıyor. Çekimlere giderken ona tatlı bir şeyler hazırlayıp götürüyorum çünkü çok seviyor. Otizmli bireyler genelde küçük ödüllerden hoşlanıyorlar, bu da onları motive ediyor. Biz de çekimlerin keyifli geçmesi, Muhammed’in yorulup üzülmemesi için elimizden geleni yapıyoruz. Muhammed beni hiç üzmüyor, onunla çalışmak gerçekten keyif verici. Küçük oyuncumuz da çok tatlı ve bu durum projeyi daha da keyifli hale getiriyor. İnşallah sinema filmimizi çektiğimizde, bu süreç daha da güzel olur diye düşünüyorum.

Tabii çekimlerde Muhammed’in ve diğer küçük oyuncumuz Eymen’in anneleri de yanlarında olacak. Belki bir danışmanımız ve psikoloğumuz da sette bulunacak. Onlar için sette en iyi hazırlıkları yapmayı planlıyoruz, böylece her şeyin yolunda gitmesi için gereken desteği sağlamış olacağız.

 

Otizm farkındalığını artırmak için sinema gibi güçlü bir araç kullanmak sizce toplumsal algıyı nasıl etkileyebilir?

Sinema, insanların vicdanına ve ruhuna hitap eden, derin bir etki bırakan çok güçlü bir araç. İnsanlar bir dram filmi izlediklerinde sinema salonundan çıkarken gözyaşlarına boğulurlar, komedi izlediklerinde ise gülerek ayrılırlar. Bugün sosyal medyanın da büyük bir etkiye sahip olduğu bir çağdayız ve insanlar sinemadan büyük ölçüde etkileniyorlar. Filmlerdeki karakterler gibi giyinip davranıyorlar. Sinemanın gücü gerçekten çok büyük. Örneğin, Amerika’da mesela Hollywood’a baktığınız zaman, ülkeye itfaiye erleri lazımsa, o yıl  Hollywood itfaiyecileri sevdiren bir film yapar filmi izleyenler itfaiyeci olmak ister. Polis lazımda, polisleri sevdiren bir film yaparlar. Herkes polis olmak ister. Dikkat edin hepsinin ellerinde hep malum markaların bardakları olur. Ülkelerinin ve markalarının öne çıkmasını sağlarlar. Farkında olmadan biz de aşina oluruz. Herkes elinde kahve ile gezmeye başlar. Bunlar hep sinemanın sayesinde olur.

Sinemanın gücüyle, otizmli bireyler ve aileleri ile otizmli olmayan bireyler ve aileleri arasında bir köprü kurabileceğimizi düşünüyorum. Bu filmden sonra, belki de hayatında hiç otizmli bir birey ile karşılaşmamış ya da otizmli çocukları okullarda, parklarda, hastanelerde dışlayan, görmezden gelen insanlar, otizmi fark edecek ve onlara daha anlayışlı bir gözle bakacak. Otizmli aileler de çocuklarından umudu kesmemeli, bu filmle çocuklarının da birer kahraman olabileceğini görecekler. Filmin kahramanından sonra, otizmli çocukları olan ailelerin de evlatlarının kahraman olmasını isteyeceklerini umuyorum. Çünkü bu filmde yalnızca otizmi değil, 6 Şubat depremine de değiniyoruz.

 

Film hala çekim aşamasındayken sizi fazla sıkıştırmak istemiyorum ama kısaca konusundan bahsedebilir misiniz?

Evet, filmi izleme heyecanını kaçırmamak adına çok fazla bilgi vermemeye çalışıyoruz, ama kısaca bahsedebilirim. Bu filmde aslında unutulmaya yüz tutmuş aile bağlarına değiniyoruz. Özellikle otizmli çocukları olan ailelerin, çocuklarına olan bağlılıklarını, annelerin evlatlarının arkasında durarak onlara eğitim aldırmalarını ve bu eğitimlerin sonucunda bir çocuğun depremde bir hayat kurtarmasını konu ediyoruz. Ayrıca, otizmli ailelerin yaşadığı zorlukları, bu zorluklarla nasıl başa çıkmaları gerektiğini ve otizmli bireylerle ilişkisi olmayan ailelerin onlara nasıl yaklaşmaları gerektiğini ele alıyoruz. Ancak bunu ders verir gibi değil, kimsenin gözüne sokmadan, doğal bir şekilde işlemeye çalışıyoruz.

Filmde birlikte çalıştığımız iki senaristimiz var ve her ikisi de çok başarılı. Hamide Hanım, kendi çocuğunun gerçek hayat hikayesini yazıyor, ama ona destek veren Semra Hanım da projeye büyük katkı sağlıyor. Senaryo üzerinde hep birlikte tekrar tekrar çalışıyoruz, hatta senaryo danışmanlarımıza da okutarak geri bildirim alıyoruz ve aldığımız yorumlar gerçekten çok olumlu. Olumsuz eleştiri neredeyse hiç yok diyebilirim. Biz de en iyisini ortaya çıkarmak için çok çaba gösteriyoruz. Kime bu hikayeden bahsetsem, herkes çok etkileniyor ve heyecanlanıyor.

Bu film Türkiye’de bir ilk olacak. İlk defa otizmli bir çocuğun annesi tarafından yazılmış, yerli bir sinema filmi izleyiciyle buluşacak. Bu yönüyle çok kıymetli, çünkü senaryo tamamen yerli ve başrolümüzde otizmli bir kahramanımız var. Böyle bir projeye imza atmak ve altını dolu dolu doldurarak ilerlemek bizim için çok önemliydi. Bir yandan da bu film için bir sinerji oluşturmaya  çalışıyorum. Genellikle bir yapımcı filmi çeker, çıkarır, reklamını yapar ve tanıtır. Ben bu sürece biraz farklı bir yaklaşım getirdim. Önce film hakkında haberler çıkarmaya, dikkat çekmeye çalıştım. Çünkü bu sinerjiyi oluşturabilirsek, herkesin projeye dahil olacağını düşündüm. “Biz de bir şeyler yapalım, bizim de katkımız olsun,” diyerek katılım sağlanmasını istedim. Şimdi otizmli çocukları olan anneler, dernekler, okullar, herkes çok heyecanlı ve büyük bir gayret içindeler.

 

Türkiye’de böyle bir filmin olması neden önemli?

Ülkemizde şu anda sekiz milyon otizmli birey ailesi var. Üç milyona yakın da otizmli evladımız var ve gittikçe bu sayı çoğalıyor. Fakat otizmli aileleri var ama tanınmıyor, bilinmiyorlar. Bizi duyun, bizi görün diye bağırıyorlar ama herkes ya sırtını dönüyor ya da gözünü kapatıyor. Görmek istemediği için kaçıyor, uzaklaşıyor.

Otizm kötü bir şey değil. Sizin korkacağınız kadar, arkanızı dönüp kaçacağınız kadar o çocukları ya da aileleri dışlayacağınız bir şey hiç değil. OOnlara kendi evladınız gibi biraz daha sıcaklık ve yakınlık göstereceksiniz sadece. O bağı, o sevgiyi, o barışı kurabilirsek Türkiye’de buna çok ihtiyacımız var.  Ama dediğim gibi çoğu insan otizmi bilmiyor hatta Down semdrom ile karıştırıyorlar. Karşımıza otizmli biri oturduğu zaman neler yapabiliriz, ailesine nasıl davranmalıyız bunları öğrenmemiz gerekiyor. Filmimizde bunu keyifli bir şekilde işliyoruz.

 

Filminizin konusu sadece otizmlileri anlatmak için değil, otizmli birey ailelerine de yaşadıklarında yalnız olmadıklarını göstermek için çok önemli aslında…

Evet, insanlar kendilerini yalnız hissetmeyecekler. Herkese umut olacak bu. Benim yaşadığımı Hamide Hanım da, Parin Hanım da, Asuman Hanım da yaşamış diyecekler. Biz zaten kaderdaşmışız, beraber yaşıyormuşuz bunları, ben yalnız değilmişim duygusunu hissetmeleri istiyoruz. Bu şekilde “Kendimi çok da üzmemeliyim, bunun çıkış yolunu bulayım” diyecekleri bir düşüncenin tohumunu atmak istiyoruz.

 

Bu film sürecinde karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi ve bu zorlukları aşmak için nelere ihtiyaç duydunuz?

Bir hocamız var, kulakları çınlasın, der ki: “Film çekene Allah yardım eder.” Gerçekten de öyle, olması gereken, doğru zamanda oluyor aslında. Bazen insanın üzerine bir yorgunluk çöküyor ve “Bu işin altından nasıl kalkacağız?” diye düşünüyoruz. Ama sonra hatırlatıyorum ki her şey olması gerektiği zaman oluyor. Şu ana kadar epey yol kat ettik, çok şükür.

Çekimlerimiz Maraş’ta olacak ve sağ olsun, Maraş Valiliği ile belediye bize büyük destek veriyor. Ayrıca İstanbul ve Konya arasında da gidip geliyoruz; Konya’dan da destekler alıyoruz. Ancak beni en çok üzen, filme ilk başladığımızda konuştuğumda ve destek vereceğini söyleyen işadamı arkadaşlarımızla yaşadığım hayal kırıklığı oldu. Malum, Türkiye’de ve dünyada ekonomik sıkıntılar var. Bu film, bir yerde sosyal sorumluluk projesi olarak değerlendirilebilir. Desteğini beklediğimiz bazı insanların bir anda ortadan kaybolması gibi bir durum ile karşılaşınca, bu beni çok üzdü.

Şu an size bu röportajı verirken karşımda bir yol ve yanında ağaçlar görüyorum. Kendimi hep o yolda yürürken hayal ediyorum. Zorluklarla sallansak da koşmaya devam ediyorum çünkü projemiz çok kıymetli. Destek veren herkese çok teşekkür ediyorum. Bu filmde sponsor olmak çok önemli, çünkü film gerçekten ses getirecek. Sponsor olanların emeklerinin karşılığını mutlaka alacaklarını düşünüyorum.

Şu anda çok güçlü bir medya ajansıyla çalışıyoruz. Onlarla beraber daha fazla reklam yaparak daha geniş kitlelere ulaşmayı hedefliyoruz. Ayrıca, uluslararası otizmli ailelerle de irtibata geçmeye başladık. Biz sadece sinemada, televizyonda veya dijital platformlarda yayınlanacak bir film yapmak istemiyoruz. Bu projenin altyapısını daha geniş bir etki sağlayacak şekilde hazırlıyoruz. İnşallah en kısa zamanda çekimlere de başlayacağız.

Hoşgörü ve sevgi, bu projenin en temel unsurları. Ailelerin birbirlerini sevmelerini, birbirlerine hoşgörüyle yaklaşmalarını istiyoruz. Sevgi ve hoşgörü basit kelimeler gibi gelebilir ama ama çok önemliler.