KEMANIN BÜYÜSÜYLE DÜNYAYA DOKUNMAK CANAN ANDERSON’UN HİKAYESİ
Kemanın büyülü tınısıyla dünya sahnelerinde iz bırakan Canan Anderson, müziğin disiplin, azim ve sevgiyle nasıl bir hayat yolculuğuna dönüştüğünü anlatıyor. Sokak müzisyenlerinden özel gereksinimli bireylere uzanan duyarlılığıyla sanatın gücüne inanan Anderson, “Attığınız her adım bir değişimin başlangıcıdır” diyor.
İtalya’da başlayan bir çocukluğunuz olmuş. Türkiye’ye ne zaman geldiniz? Uyum sorunlarınız olmuş muydu?
İtalya’dan sonra bir süre Amerika’da yaşamışız ve 3,5 yaşında İstanbul’a dönmüşüz. Ben çok ufak olduğumdan hatırlamıyorum. Ancak hem İtalyancayı hem de İngilizceyi aynı cümle içinde konuşurmuşum. Türkçeyi sonradan öğrenmişim. Uyum sorunum olmadı.
Keman çalmaya nasıl başladınız ve sizi bu enstrümana yönlendiren şey neydi?
4,5 yaşındayken televizyonda bir çizgi filmin müziğini ezbere söylerken bu durum annemin bir arkadaşının dikkatini çekiyor. En yakın arkadaşı da konservatuvarda keman hocası. Anneme benim çok kabiliyetli olduğumu söyleyince bana doğru yaklaşıp “Keman çalmak ister misin?” diye sorduklarını hatırlıyorum. Hemen kabul etmiştim.
Sanatın sizi dinlerken keyif aldığımız yanı haricinde, bir de görülmeyen uzun saatler çalışmakla geçen zanaata daha yakın bir kısmı var. Çocuk ve gençlik çağında bu sizi zorlamış mıydı? Zorladıysa bunu nasıl aştınız?
Hakkı ile yapılan her işin farklı boyutlarda zorlukları var. Ancak bir enstrüman çalmak, hele de bu kemansa ömür boyu bitmeyen bir emek, sabır ve azim gerektiriyor.
Öncelikle elime 5 yaşında keman verildiği için oyuncak gibi hissetmiştim. Ancak zamanla her notanın ayrı bir karakteri olduğunu, duyum için ayrı çalışmanın, keman tutuşunu ayrı çalışmanın, teknik pozisyonları ayrı çalışmak gerekliliğini anlayınca saatler yetmemeye başladı. Önce çocukluk daha sonra da gençlik yıllarımı arkadaşlarımla zaman geçirmek ya da sosyalleşmek yerine keman çalışarak yaşamam gerektiğinden çok zorlandığım saatler, günler oldu. Ancak irade, azim ve en başta kemana olan sevgim sayesinde hepsinin üstesinden geldim.
Kariyeriniz boyunca sizi en çok etkileyen bir konser ya da performans deneyimi hangisiydi?
Aslında bir kaç tane var. Ama bunlardan biri 24 yaşındayken Berlin Filarmoni Orkestrasını Claudio Abbado yönetiminde Salzburg’da ön sıralardan seyredebilmekti. Sanki stüdyo kaydı gibi kusursuzlardı.
Performans sırasında beklenmedik bir durumla karşılaştığınızda bunu nasıl çözüyorsunuz?
Tecrübe, tecrübe, tecrübe 🙂 Ne kadar çok konser tecrübeniz olursa organizasyonda çıkan aksilikleri bir o kadar yapıcı şekilde karşılıyorsunuz.
Dünyanın farklı yerlerinde performanslar sergilediniz. Bu süreçlerde kültürel farklılıklar müziğinizi nasıl etkiledi?
Anlatmaya kalksam bu konu çok uzun sürer. Kısaca değinecek olursam, ben hem batı klasik müziğini, hem doğu ezgilerini birleştirmekten yani sentezlemekten mutluluk duyuyorum. Uzun seneler tango üstatları ile çalıştığım için eseri bestelemek ve çalmak bana keyif veriyor. Ayrıca elektronik müziğin yenilikçi soundlarını da birleştirebilecek bir kültür ve alt yapıya sahibim.
Müziğin gücünü ve etkisini hissettiğiniz – bu insanlar ile müzik sayesinde buluştuk ya da müzik sayesinde bunu kavradım dediğiniz- belli bir an oldu mu hayatınızda?
Elbette. Barry White , Sarah Brightman ile sahne aldım. Jetro Tull ile 2 kere sahne aldım. Claude Challe ile elektronik müzik sahneledik.
Sizinle ilgili sosyal medyada en çok konuşulan videolardan biri, sokaktaki müzisyen çocuklardan aldığınız kemanı çalmayı bilmiyormuş gibi davrandıktan sonra çalmaya başladığınızda onları şoke ettiğiniz o tatlı anlardı. O gün böyle bir şey yapmayı planlayarak mı dışarı çıkmıştınız? Yoksa bu fikir aniden mi aklınıza geldi?
Tamamen o anlık bir durumdu. Balat’ta gezerken müzisyen çocukları görevlilerin uzaklaştırmaya çalışacağını anlayınca aralarına geçtim. Sohbet etmeye başladık. O sırada bu şaka aklıma geldi. Son derece spontane oldu.
Daha sonra o çocuklarla tekrar iletişim kurma şansınız oldu?
Elbette kurdum. Hatta trompet çalan arkadaşı konservatuvardaki trompet hocasına dinlettim. Konservatuvar serüveni başladı. Ayrıca da birçok programlara konuk oldular. Yolları açık olsun.
Dünyanın farklı yerlerinde de sokak müzisyenleri ile benzer performanslarınız oluyor. Çok yetenekli gençler ve çocuklar ile karşılaşınca neler hissediyorsunuz?
Ben de bir müzisyenim. Mutluluktan başka bir şey hissetmem mümkün değil. En büyük arzum, yurt dışındaki sokak sanatçıları birçok imkana erişebiliyorlarken aynı imkanın bizim çocuklarımıza, gençlerimize de sunulması.
Bir müzik enstrümanı çalmaya yeni başlayan gençlere neler tavsiye edersiniz?
Öncelikle seçtikleri enstrüman kendileri için doğru enstrüman mı, bunun kararını verebilecek doğru bir hocadan görüş almalarını öneririm. Çünkü her insanın el, parmak, dudak boyutları farklıdır. Daha sonra herhangi “ben öğretmenim” diyen birilerinden değil bu işi gerçekten doğru ve kuralları ile öğreten gerçek hocalardan ders almalarını tavsiye ederim.
Yaptığınız müziği daha geniş kitlere ulaştırma gibi bir idealiniz var mı?
Elbette, her zaman. Tabi yıllar içinde gerek yurtiçi gerekse yurtdışında çok kez sahne alınca büyük kitlelere ulaşma imkanım oldu.
Geçmişte kendinize vereceğiniz bir tavsiye olsaydı, bu ne olurdu?
Kendimi bu konuda şanslı görüyorum. Çünkü daha 17 yaşında Turan Yükseler ve Selmi Andak’la çalışıp tam Eurovision seçmelerine katılacakken konservatuvar hocam izin vermedi. Verseydi belki şu anda bambaşka bir pozisyonda olacaktım. Daha sonra İstanbul Devlet Opera ve Balesine girmem bana Avusturya kapısını açtı. Avusturya’ya yerleşmem dünyada birçok konser ve orkestralarının kapısını açtı. Daha sonra Türkiye’ye dönmemin bile bana çizilen bir şans olduğunu görüyorum.
Biliyorsunuz biz özel gereksinimli bireyler için çalışan bir derneğiz. Sizin yolunuz hiç özel gereksinimli bireyler ile kesişti mi?
Bir çok sosyal sorumluluk projesinde olmak her sanatçının içinde bulunması gereken değerli bir oluşum. Ben de hem farkındalık yaratmak amacı, hem de eksikliklerde kaynak yaratılmasına destek olabilmek için bu oluşumlara elimden geldiğince bir araya gelme şansı yakalıyorum.
Farklılıklara saygı kavramı sizin için ne ifade ediyor?
Bence hayata, farklılıklara, çeşitliliklere at gözlüğü ile değil empati kurarak, açık bakabilmek önemlidir. Bu hem birey hem de toplum için gerekli bir durumdur. Ayrıca insanların bir konuda farkındalık yaratma çabalarına saygı duymak, onların meseleleri çözme veya toplumda bir değişim yaratma arzularını takdir etmeyi de içerir. Anlamaya çalışmak, eleştirmek yerine desteklemek, önyargılardan kaçınmak insani bir görev olmalıdır.
Otizmli, down sendromlu ya da CP’li çocuğu olan bazı ailelerimiz yadırgayan bakışlar ile mücadelede etmemek için bazen evden çıkmak bile istemiyor. O ailelerimize ne söylemek isterseniz?
Sizler bu toplumun baş tacısınız. Gelişmemiş ülkelerde maalesef eğitim eksik olduğundan empati de eksik oluyor. Attığınız her adım yaşadığınız zorlukları bilmeyen bireyler ve özellikle çocuklarınız için birer öğreti. Değişime büyük katkı. Paylaştığınız her bilgi başka ailelere yol gösterici. O yüzden evden dışarı çıkmamak yerine daha da çok çıkıp kahraman olun. Sizleri seviyoruz.