ECE ÖZDİKİCİ’NİN BİLİNMEYENLERİ…
“İlkokulda o arkadaşlarımla oynarken, bir şey seziyordum. Tarif edebileceğim bir şey değil ama beni daha nazik olmaya sürüklüyordu. İşte buna teşekkür ederim.”
Fotoğraflar: Tuba Kavlakoğlu
Sekiz yaşında İzmir Devlet Tiyatrosu’na çocuk oyuncu olarak seçilmişsiniz. Aynı zamanda iyi bir ressam olduğunuzu duyduk. Kötü karakteri çok başarılı canlandırabiliyorsunuz ama çevrenizde kime sorsak sizi müthiş iyi kalpli olarak tarif ediyorlar. İyilik sizin için ne ifade ediyor?
Duru görüşlerine teşekkür ederim. İyi kalpli olmak üzerine çok konuşabileceğimiz bir tanımlama aslında. Ben sadece dünyanın bir parçası olduğumu unutmadan, unutturulmaya çalışılsa da dünyanın kendi sistemini kendime hatırlatarak, kopmadan, bir olarak yaşamaya çalışıyorum. Bu, senin bu sorununu beraber nasıl çözeriz diye düşünmeyi getiriyor. Sanırım böyle yasayınca iyi kalpli diye tanımlanıyorum. Ne mutlu bana. İnsan değil, yaşayan her canlıdan sorumluyum. Onlar da benden sorumlu. Evren kocaman bir ev, biz de misafiriz. Misafirliğe gittiğimizde ev sahibine bizi ağırladığı, bize evindeki yiyecekleri sunduğu, bizi rahat ettirmeye çalıştığı, bizi oraya tüm varlığımızla kabul ettiği için şükran duyarız. Beraber geldiğimiz kişilerle tanışmıyorsak tanışır, güzel zaman geçirmeye çalışırız. O anda olan bir şey varsa beraber atlatmaya çalışırız ya da beraber güleriz. Benim arkam dönüktü görmedim, beni ilgilendirmiyor diyen birini kendimizden kopuk, o andaki ahengi bozan bir can olarak algılarız. Evden çıkarken de ev sahibi ‘’yine gelin’’ derse her şey olması gerektiği gibi olmuştur. İşte ben o ev sahibinin bana yine gelin demesini çok istiyorum.
Ece Özdikici oyuncu kimliğinin dışında nasıl biri?
Sanırım bunu ilk soruda anlattım. Ekleyebileceğim ayrıca çok yönlü, sanatın her dalının bazılarına azıcık bazılarına çok bulaşmış biri de diyebilirim. Hep daha yaşanacak ne çok an var diye düşünüyor, mutlu oluyorum. Bir şey yapmak istemeyen düşük enerji en yanında duramadığım, ruhumu saniye saniye tüketen bir şey. Kırıldığım çok olur ama çözüm odaklı çalışır zihnim.
Sizi televizyondan tanımadan önce Şehir Tiyatrolarının başarılı oyuncularındandınız. Daha geniş çaplı tanınmak, ünlü olmak hayatınızı nasıl etkiledi?
Nedense görüldükçe belirginleşiyoruz. Belirdim.
Siz sadece oyuncu değil çok yetenekli de bir ressamsınız. İki farklı sanat disiplinine zaman ayırmak sizin için zor oluyor mu?
Hayır. Ben üretmedikçe varlığıma ihanet ediyorum. İki tane yaptığım yeteneğim var. Kendimi biri ile akıtamasam, enerjimi çeviremezsem, diğeri ile yapıyorum.
Bazılarını sosyal medya hesabınızda paylaştığını çok etkileyici resim çalışmalarınız var. “Bir şey yokmuş gibi davranmak zorunda bırakılmışım” isimli bir tablonuz mesela… O resmin fikri, kıvılcımı kafanızda nasıl oluşmuştu?
Suratında örümcek olan kız, çok seviyorum onu. Aslında resim yapmamı söyle tanımlıyorum hep: Ben yolda başıma gelenleri seviyorum. O yol, resim yapma sürecim. Bu ara sadece kadın portreleri yaptım. Seçmedim, bilmiyorum, öyle gelişiyor. Sonra o süreçte beni en çok meşgul eden hissi sembolleştiriyorum.
Sizce pandemi bir şeylerin olduğunu kabullenmek zorunda bırakacak mı bizi?
Yine algısı acık olana dokundu. Atık halinde denizde, yerde gezen maskelerden çok da bir şey anlaşılmadığı sonucunu çıkarıyorum.
Hayvanlar konusunda büyük hassasiyetiniz var. Onların sevgisi hayatınıza neler katıyor?
Tamamlanıyorum. Her yeni tanıştığım hayvanla eksik bir yerim tamamlanıyor. Ne çok eksiğim var bilemezsiniz
Pandemi nedeniyle yaklaşık dört ay ara verdikten sonra Benim Adım Melek dizisine geri döndünüz. Yeniden sette olmak nasıl?
Oynamak her zaman güzel. Hayatta tanık olabileceğimiz karakterler oynamak istiyorum. Yaşayan, dolu, her yönü olan.
Dizi çekimleri nedeniyle Gaziantep’tesiniz. İstanbul’dan en çok neleri özlüyorsunuz? Gaziantep’te en çok neleri sevdiniz?
İstanbul’da yaptığım her şeyi, kendi rutinlerimi özlüyorum. Yemek yapmaktan, egzersiz yapmaya, atölyemde resim yapmaya, piyano çalışmaya… Her şeyimi özlüyorum.
Farklılıklara saygı sizin için neyi ifade ediyor?
Farklı, fark yaratandır. Dünya ne senin, ne benim. Her ne farkı katıyorsa, belli ki dünyada olduğum süreci iyileştiriyor, muazzam.
Biliyorsunuz derneğimiz otizmli çocuklar ağırlıklı olmak üzere farklı gelişen ve özel gereksinimli çocuklar için çalışıyor. Hiç özel gereksinimli bir birey ile yolunuz kesişti mi?
İlkokulda özel gereksinimli çocuklar için ayrı bir sınıf vardı. Devlet okullarında hala onlar için ayrı bir sınıf var mı, hala hep beraber tenefüse çıkılıyor mu bilmiyorum. Teneffüslerde beraber oynardık. Çok normal değil mi böyle olması? İkimiz de çocuğuz, ikimiz de okuldayız ve oynuyoruz. İlkokuldan sonra yolum tekrar hiç kesişmedi. Neredeler? Uçup gitmediler. Esas tuhaf olan bu değil mi?
Bugün her 54 çocuktan birinin otizmli olduğu tahmin ediliyor. Fakat çocuk parkına gittiklerinde bile farklı çocuklarının farklı davranışları nedeniyle sözler ile olmasa bile gözler ile yargılanıyor. Okullarda istenmeyebiliyor. Bu ailelerimize ne söylemek istersiniz?
Bir önceki soruda bilmeden biraz değinmişim. Sürekli aynı, benzer koşullara ve insanlara hapsedilen insanlar özel gereksinimli çocuk gördüğünde yadırgıyor. Yadırgamasını insanı bir tepki olarak görüyorum. Görmediğinle karsılaştığında ilk verilen tepki. Bizi lütfen kendilerine maruz bıraksınlar ki hayatımız güzelleşsin, farklılaşsın. İlkokulda o arkadaşlarımla oynarken, bir şey seziyordum . Tarif edebileceğim bir şey değil ama beni daha nazik olmaya sürüklüyordu. İşte buna teşekkür ederim.
Röportaj: Rana Zeynep Çömlekçi