ÇOCUKLAR YAPARAK VE YAŞAYARAK ÖĞRENMELİ
“Bilgileri belletmeye dayalı, öğretmen merkezli eğitim sisteminden çıkmalıyız. Biz adeta boş bir kovaya su doldurur gibi öğrencinin kafasına bilgi doldurduğumuzu zannediyoruz. Eğitim bu değil. Çocukların aktif olduğu, yaparak ve yaşayarak, beş duyusuyla etkin olduğu öğrenme ortamları hazırlanmalıyız” diyen Prof. Dr. Adnan Kulaksızoğlu ile konuştuk.
Eğitim psikolojisi dalında alanın sayılı isimlerindensiniz. Öncelikle bilmeyenler için eğitim psikolojisini biraz açıklayabilir misiniz?
Eğitim Psikolojisi, psikolojinin alt dallarından biridir. Hem gelişim psikolojisini hem de öğrenme psikolojisini kapsayan bir alandır. Gelişim psikolojisi; çocukluk, ergenlik, yetişkinlik, orta yaşlılık, yaşlılık, ihtiyarlık süreçlerini anlatan bir disiplinidir. Öğrenme psikolojisi ise nasıl öğrendiğimize ilişkin bir disiplindir. İkisinin birleşimi de eğitim psikoloji diye adlandırılıyor.
Çocuğa uygun eğitimi saptamak için erken dönemde taramanın faydaları neler?
Her birimiz bireysel farklarla doğuyoruz. Farklı ten rengi, göz rengi, zeka seviyesi ve yeteneklere sahibiz. Bireysel farklar, özel eğitim alacak çocuklarımızda daha da önemli. Eğer özel eğitime ihtiyaç varsa, okul öncesi yıllarından itibaren durumun tespit edilmesi gerekiyor. Tarama bu bakımdan çok önem taşıyor.
İstanbul’da Özel Eğitim Bölümünü (Marmara Üniversitesi’nde) ilk siz kurdunuz. Fakat çok acı ki, hala özel eğitimin katkısına inanmayanlar var. Özellikle otizmliler için özel eğitim neden gerekli?
Özel eğitimin önemine inanmayanlar alanı bilmeyenlerdir. Alanı bilmeyenlerin de bu işe müdahale etmemesi lazım. Erken teşhis ve erken eğitim her zaman önemlidir. İyi bir gözlemci ya da otizmi bilen biri, otizmi bir yaşın altında bile teşhis edebilir. Otizm ne kadar erken teşhis edilirse otizmli çocukların hayatını normale yaklaştırmak da o kadar mümkün.
Otizmli çocuk için “eğitim almasaydı da bu noktaya kendisi erişirdi zaten” diyerek özel eğitime inanmayanlar bile var. Onlara vermek istediğiniz bir yanıt olur mu?
‘Özel eğitim almasaydı da bu noktaya ulaşırdı’, demek cehaletin ta kendisi. Böyle bir şey yok. Eğitim almasalardı da çocuklar okuma yazma öğrenirler miydi? Matematik işlemlerini yapabilirler miydi? O nedenle özel eğitime muhtaç çocukların, gerek otizmlilerin gerekse de diğer engel grubundakilerin muhakkak erken teşhise ve erken eğitime ihtiyaçları var.
Son yıllarda ağırlıklı olarak üstün zekalı çocuklarla çalıştığınızı biliyorum. Üstün zekalı çocuklar kimdir?
Nüfusun içinde yaklaşık %2’lik bir oranı kapsıyorlar. 130 IQ’nun üzerindeyse biz onlara üstün zekalı diyoruz.
Üstün zekalı çocukların da bireyselleştirilmiş eğitime ihtiyacı var mı?
Ortalamanın dışındaki tüm çocuklara öğrenme kapasitesine uygun eğitim vermek lazım. Gerek ortalamanın altında, gerek ortalamanın üstünde olsunlar… Otizmli çocukların büyük kısmı, yaklaşık 2/3’si zihinsel bakımdan dezavantajlıdırlar. Onların bu dezavantajını göz önünde tutarak çok erken yaşta özel eğitim vermek gerekiyor.
Üstün yetenekli ya da üstün zekalı çocuklar da, ortalamanın üstünde oldukları için özel eğitime ihtiyaç duyuyorlar. Ama ne yazık ki Türkiye’de bu konuda yeterli adımlar atılamadı. Bu çocuklar akranlarından önce öğreniyorlar ve dolayısıyla akranlarından önce bir üst sınıfa yükselme, ilkokul, ortaokul ve liseyi bitirebilme kapasitesine sahipler ama bizim müfredattaki uygulama, onlar ile yaşıtları arasında bir fark gözetmiyor. Dolayısıyla ne kadar üstün yetenekli olsalar da, zeka yaşları ileride olsa da akranları ile aynı takvim yaşında liseden mezun olabiliyorlar. Tabii ki bu büyük bir zarar ve ziyan. Bu çocuklar büyük bir gelişme potansiyeline sahipler. Onları örgün eğitimde bu kadar saklamanın bir manası yok. Ama ne yazık ki Türkiye’de bu konuda bir kolaylaştırma bulunmuyor.
Okula başlamadan önce üstün zeka nasıl anlaşılır?
Erken konuşma, erken yürüme, erken buluğa erme ve bunun gibi özellikler çocuğu öne çıkarır zaten. Çocuk daha yaşına gelmeden iki-üç kelimeli cümleler ile kendini ifade ediyorsa, merak duygusu yüksekse ve bunu da sorduğu sorular ile ortaya koyuyorsa, bu çocuk hakkında üstün yetenekli olduğuna dair bir şüphe duymamız gerekir. Yedi yaşından önce gelişimsel testler de uygulayarak takip edebilirsiniz. Gelişimsel özellikleri üstün zekalı olup olmadığına dair ipuçları verir.
Üstün zekalı öğrenciler okulda nasıl fark ediliyor?
Öğretmen eğer iyi bir gözlemciyse; öğrencilerin sınıf içi davranışları, merakları, soru sormaları, konuya olan katkıları ile fark ediliyor. Öğrencilerinin üstün zekalı olabileceklerini düşündüklerinde, onları Rehberlik Araştırma Merkezleri’ne (RAM) yönlendirip, tespit ettirmeleri mümkün. Bu öğrencilerin Bilimsel Araştırma Merkezleri’nde (BİLSEM) okul haricinde özel bir müfredatla desteklenmeleri sağlar. Öğretmenlerin yapabilecekleri bu kadar.
Fakat bu çocuklar çok hızlı öğreniyorlar, öğrenme kapasiteleri yüksek, kolayca akılda tutuyorlar ve öğrenmekten tatmin olmuyorlar. Kendileri için basit gelebilecek bir öğrenme materyali karşısında eğitimden soğuyorlar. O zaman da eğitimin dışında kalıyorlar. Üniversiteye giriş sınavında ilk %2-%3’e giren çocukların çok büyük kısmı üstün yeteneklidir. Bu potansiyel ülkenin kalkınmasında kullanılabilir. Bu potansiyeli ziyan etmememiz lazım. Ama ne yazık ki bir kısmı ziyan oluyor.
Bir çocuğu otizmli diğeri üstün zekalı tanıdığımız aileler var. Onlara ne önerirsiniz?
Bu aileye büyük bir sorumluluk getiriyor. Her iki çocuğa da yönelik özel eğitim fırsatlarını aramak durumunda kalıyorlar. Fakat üstün yetenekli çocuğun ihtiyaçlarını aile bir süre kendisi götürebilir. Ona hitap eden öğrenme materyalleri ile buluşturarak, ilgi alanlarına uygun fırsatlar vererek, serbest zaman etkinliklerini ona göre düzenleyerek ve nihayet ilkokul çağına geldiğinde BİLSEM’e göndererek bunu yapabilir.
Üstün yetenekli çocuklar bir yerden sonra aileyi aşıyorlar ve öğrenme süratleri yüzünden yeni tatmin alanları arıyorlar. İlgi alanları çok geniş olan çocukların sadece ilkokul müfredatı ile yüzleşmeleri yeterli gelmiyor. Zaten o konuları biliyorlar ve bunu istemiyorlar. Ailelerin üstün yetenekliler için kurulmuş dernekler ile temasa geçmeleri, çocuklarını yaz kurslarına göndermeleri, onların zihinsel gelişimlerine uygun öğrenme materyalleri ile mutlaka yüzleştirilmeleri gerekiyor.
Üstün zekalı çocuklar hiç desteklenmese bile, en iyi akademik başarıya kendiliğinden ulaşacaklarmış algısı var. Bu doğru mu?
Yanlış. Akan su yolunu bulur ama bu çocuklar hiç desteklenmezse, okulda zaten bildikleri bir konuyu sınıfta izlemeye ne kadar tahammül edebilirler ki? Olmaz. Onlar için muhakkak hızlandırılmış eğitim fırsatı vermemiz gerekiyor. Üstün yetenekli olup da, erken yaşta liseden ya da ortaokuldan ayrılan çocuklar var. Bu çocuklar bir süre sonra sokağın kaderine terk ediliyorlar.
Birkaç yıl önce derneğimizde üstün zekalı çocukları ve otizmli çocukları buluşturan bir projemiz olmuştu. Her iki gruptaki çocuğunda çok keyif aldığı, birbirlerinden öğrendikleri bir çalışmaydı. Siz bu tür çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eğitim sisteminde de böyle ortamlar ve projeler oluşturmak gerekiyor. Çocukların birbirlerini tanımalarına fırsat vermeliyiz. Ama ne yazık ki bazı hallerde velilerin buna engel olduğunu biliyoruz. Sınıfta otizmli bir çocuk varsa, anne aynı sınıfta okumasınlar, yan yana oturmasınlar diyor. Böyle bakan velileri de eğitmek lazım. O velileri okula çağırıp, farklı gelişen çocuklar konusunda bilgilendirmeli ve nasıl davranılması gerektiğini anlatmalıyız.
Kaynaştırma eğitimi bu bakımdan çok önemli. Bazen öğretmen kaynaştırma öğrencilerine tek başına eğitimde zorlanabiliyor. Onun için bazı hallerde çift öğretmenli sınıflar olmalı. Otizmli çocuğa yönelik eğitim almış bir öğretmen ile sınıf öğretmeni birlikte çalışmalı. Diğer yandan, üstün yetenekli olup da okula gelen bir öğrencinin ilkokul 1’den itibaren zaten bildiği konuları görmesinin bir manası yok. Çünkü okuma- yazma ve temel matematiği biliyor oluyorlar. Bizim onlara yönelik yaptığımız tek hizmet sadece bir yıl sınıf atlatmak ne yazık ki. Onlara da hızlandırılmış eğitim ile erken yaşta ilkokul, ortaokul, liseyi bitirme imkanı vermeliyiz. Bu çocuklar belki çok daha erken üniversite öğrencisi olabilecekler. Dünyada bunun çok örneği var.
Şu anki örgün eğitim sistemimizde değişmesinin faydalı olacağını düşündüğünüz neler var?
Bilgileri belletmeye dayalı, öğretmen merkezli eğitim sisteminden çıkmalıyız. Biz adeta boş bir kovaya su doldurur gibi öğrencinin kafasına bilgi doldurduğumuzu zannediyoruz. Eğitim bu değil. Çocukların aktif olduğu, yaparak ve yaşayarak beş duyusuyla etkin olduğu öğrenme ortamlarının hazırlanmalı. Fakat ne yazık ki, şu an öğretmen aktif bir şekilde anlatıyor ama öğrenci pasif bir şekilde dinliyor. Çocukların bilgiye kendilerinin ulaşabileceği, araştırıp keşfedebilecekleri bir düzen kurmalıyız. Artık öğrenciler sadece okulda öğrenmiyorlar. Önlerinde diz üstü bilgisayarları var. Bilgiye ulaşmak parmaklarının ucunda. Öğrenme fırsatları çok fazla. Okul, öğrenme sürecinde işin içine eğlenceyi de katarak biraz daha cazip hale gelmeli. Ne yazık ki, bu çok fazla gözetilmiyor. Ama çocuklar oyun yoluyla, eğlenerek öğrenirler. Öğrenme zoraki belletmeye dayalı olduğunda, çocuk böyle bir öğrenmeyi istemiyor. Dolayısıyla müfredatı bu şekilde düzenlemek gerekiyor. Öğretmen yetiştirmede de, onları bu şekilde eğitmek gerekiyor.
Eğlenerek öğrenmek neden önemli?
Çocuklar için oyun ve eğlence hayatın kendisi. Bu pekala sınıfa da taşınabilir. Mesela 5. sınıfta tarih dersinde bir savaş anlatılıyor diyelim. Bu savaş, tiyatro yoluyla simültane rol oynama yoluyla canlandırarak anlatılabilir. Roller dağıtılabilir. Bir grup öğrenciden o dönemin silahlarının ya da askeri üniformalarının resimlerini bulmaları istenebilir. Bunlar görsel olarak sergilenebilir. Dersler bu şekilde son derece aktif bir şekilde işlenebilir. Bir de öğrenmede doğanın kolaylaştırıcı etkisinden faydalanmamız gerekiyor. Şehir çocukları ne yazık ki doğadan uzak. Bitkilerden, çiçeklerden, böceklerden, ağaçlardan bihaberler. Onları doğa ile bütünleştirmeliyiz. Bu çocuklara o kadar çok fayda sağlıyor ki…
Bir çok çocuğun bildiğiniz gibi doğaya ilişkin korkuları var. Böceklerden, karanlıktan, ormandan gelen doğal seslerden korkabiliyorlar. Ama bir-iki gece doğada kaldıklarında farklı şekilde bakıyorlar.
Özellikle yeni nesil doğayı çok az tanıyor…
Ama doğada geçirilen süre de öğrenmenin bir parçasıdır. Ben gençliğimden beri doğa sporları yapıyorum. Dağa çıkıyorum, ormanda geceliyorum, çadır açıyorum, zirve yapıyorum. Üniversitede çocukların bir kısmını da çadırlı kamplara götürürdüm. Hatta bir seferinde çadırları farkına varmadan yılanların yuvalandığı bir yerin çok yakınına kurmuşuz. Çocuklar orada gecelemişler. Sabah kalktıklarında bir grup yılanın birbirine sarılı halde uyuduğunu gördüler. Tabii çığlıklar attılar. Fakat işin enteresan tarafı, yılan korkusu olan bir çocuk orada yılanları ilk kez yakından görüp inceledi ve “yılanlardan eskisi kadar korkmuyorum hocam” dedi.
Doğaya götürdüğüm çocuklarda, bunun çok önemli bir deneyim olduğunu çok defa gördüm. Doğadan gelen sesler var. Bunlar önce çocuklara ürküntü veriyor. Ama anlatıyorsunuz “Bu çakal ulumasıdır. Bu köpek havlamasıdır. Bu ormanda geceleyen ineklerin çıkardığı seslerdir…” Bunları öğrendiklerinde daha farklı bakıyorlar.
Çocukların doğayı daha fazla tanıması için neler yapılabilir?
Okullarda kol çalışmalarına ve etkinliklere daha fazla fırsat vermeliyiz. Bu çalışmalar da, çocukların kendilerinin başlattığı ve yönettiği çalışmalar olmalı. Spor kolu, izcilik kolu, kamp- çılık kolu gibi öğrenci etkinliklerinin işler hale getirilmesi gerekiyor. Bunlar ders dışı gibi görünse de, derste öğrendiği kuramsal bilgilerin uygulandığı yerler olabilir. Biyoloji dersinde öğrendiklerini çiçekçilik kolunda aktif hale getirebilir.
Çok teşekkürler… Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?
Yeni öğretim yılının bütün öğrenci ve velilere hayırlı olmasını diliyorum. Bütün öğrencilerimize başarılar diliyorum.