CANSU KORKMAZ: “ÇOCUKLARIN ÜSTÜN YARARI ÖNCELENMELİ”
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), 2020 yılında yalnızca otizmli kaynaştırma öğrencileri için başlatılan ve halk arasında “gölge öğretmen” olarak bilinen “kolaylaştırıcı kişi” uygulamasını 2025 yılında tüm özel gereksinimli öğrencileri kapsayacak şekilde genişletti. Ancak 2020’deki resmi yazıda kolaylaştırıcı kişinin sınıf içi ve sınıf dışında görevlendirilebileceği ifadesi kullanılırken, yeni kararda sadece sınıf dışında hizmet verebileceği belirtildi. Konuyla ilgili konuşan Avukat Cansu Korkmaz, “Kolaylaştırıcı kişi desteği bireysel ihtiyaçlara göre planlanmalı,” diyerek uygulamada çocukların üstün yararının gözetilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Kolaylaştırıcı kişi /gölge öğretmen uygulamanın kapsamı genişletildi. Zaten bunun sadece otizmliler için olması da yanlıştı. Sizin Türkiye Down Sendromu Derneği olarak kapsayıcılık adına da, bu konuda mücadele ettiğinizi biliyorum. Burada neyi hedeflemiş tiniz? Sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz, bu uygulamanın yalnızca otizm değil, tüm özel gereksinimli çocuklar için olması gerektiğini savunduk. Yani, ihtiyaç duyulan her durumda, tüm çocuklar için bir çözüm üretilmesini hedeflemiştik. Bu kapsamın ihtiyaç bazlı olarak genişletilmesi gerektiğini belirttik.
Eski bu noktalar eksik mi kalıyordu?
Eski haliyle sadece otizmli tam zamanlı kaynaştırma öğrencilerine odaklanıyordu. Oysa biz bu tür desteklerin Down sendromlu ve tüm zihinsel özel gereksinimi olan bireyleri de kapsaması gerektiğini savunduk. Hatta bu süreçte, Kamu Denetçiliği Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’na başvurular yaptık. Bu başvurular sonucunda alınan kararlar, ailelerin yaptıkları başvurulara da emsal teşkil etti.
Peki, yalnızca sınıf dışında destek verilmesi yönündeki düzenlemeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu düzenlemeyi eleştirdik. Çünkü çocuklar için sınıf içi destek çok önemli. Gölge öğretmen olarak bilinen ‘kolaylaştırıcı kişi’, okul ortamındaki özel gereksinimli öğrencinin ders materyallerini düzenlemesine, ödevlerini yapmasına, okula gidip gelmesine, sosyalleşmesine, kişisel ihtiyaçlarını karşılamasına yardımcı olan kişi. Bu durumun çocuğun bireysel ihtiyaçlarına göre şekillenmeli gerekiyor. Ancak şu anda karar, büyük ölçüde okullara ve öğretmenlere bırakılmış durumda. Velilerin bu yöndeki talepleri maalesef ki dikkate alınmıyor.
Şu an karşılaşılan en çok sorulan sorulardan biri, gölge öğretmenlerin sınıfa alınıp alınamamasıyla ilgili. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?
Evet, son dönemde okullarda “Gölge öğretmeni/kolaylaştırıcı kişiyi sınıfa alamıyoruz, sınıf dışına çıkarmak zorundayız” gibi mesajlar bana da geliyor. Bu durum hem veliler hem de öğretmenler için büyük bir karmaşa yaratıyor. Pek çok aile yeni düzenlemeyle hem gölge öğretmen/kolaylaştırıcı kişinin vasfıyla ilgili (kim olacağıyla ilgili) hem de sınıf dışına alınmasıyla ilgili sorunlarla geliyor ve bu sorunları dilekçe verdikten sonra o dilekçeleri reddolunup Kamu Denetçiliği Kurumu ve Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu gibi kurumlara başvurarak süreci yürütebilecekler. Bu da çok büyük bir zaman, hak ve emek kaybı.
Uygulama, öğretmenler ve veliler açısından nasıl bir etki yaratıyor?
Öğretmenler ve diğer veliler açısından bazı sıkıntılar yaşanıyor. Kaynaştırma/bütünleştirme yoluyla eğitim gören öğrencilere karşı hâlâ bir ön yargı var. Özellikle diğer velilerden gelen taleplerin, öğretmenlerin tutumunu etkilediğini düşünüyorum. Bazı veliler sınıfta ek bir yetişkinin bulunmasını istemiyor. Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri de, kaynaştırma öğrencisi sayısının 405 bin olduğunu ve öğrencilerin dörtte birine bile kolaylaştırıcı kişi eşlik etse, bu tür taleplerin sınıflardaki yoğunluğu artıracağını ve sistemin buna hazır olmadığını ifade ediyorlar. Fakat ben burada Sayın Genel Müdürümüze katılmıyorum. Her öğrencinin kolaylaştırıcı kişiye ihtiyacı olmadığı gibi bu ihtiyaç tam zamanlı da olmayabilir. Biliyorsunuz, okulda “destek personeli” kadrosuyla sözleşmeli ya da kadrolu olarak işe alım yapılıyor fakat bu kadrolar ya açılmıyor ya da başka ihtiyaçlar için kullanılıyor. Bir destek personeli kadrosu da her okulda kolaylaştırıcı kişi için açılsa ve her okulda bir ya da ihtiyaca göre birden fazla kolaylaştırıcı kişi olsa, devlet tarafından kadrolu ya da sözleşmeli olarak istihdam edilse bu destekleri verebilir.
Uygulamanın detayları henüz yeni paylaşılmış olsa da bu haliyle kapsamı genişletilmiş ancak işlevi azaltılmış gibi duruyor. Ben süre ve ortam olarak kısıtlanmaması gerektiğini düşünüyorum. Kolaylaştırıcı kişinin sınıf içinde de önemli görevleri oluyor. Hem sınıftaki diğer öğrenciler için hem öğretmen için hem de kaynaştırma/bütünleştirme yoluyla eğitim gören öğrenci için büyük bir fırsat kolaylaştırıcı kişi.
Mevzuat değişikliğinin ve bu uygulamanın daha iyi bir noktaya taşınması için neler yapılabilir?
Mevzuat değişikliğinde ihtiyaçlar baz alınmalı. Sadece otizmli ya da Down sendromlu değil, dikkat eksikliği, hiperaktivite veya öğrenme güçlüğü tanısı olan çocukların da dönem dönem kolaylaştırıcı kişiye ihtiyacı olabilir. Ancak burada önemli olan, bu desteğin her çocuğun bireysel ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi. Eğer yalnızca sınıf dışında destek verilirse, uygulama etkisiz hale gelebilir. Kolaylaştırıcı kişinin fonksiyonunu yarı yarıya düşüren bir şey. Bu nedenle hem sınıf içinde hem sınıf dışında destek verilmesi, okullardaki rehberlik servisleri ve öğretmenlerin bu konuda daha bilinçli hale gelmesi gerekiyor. Ayrıca kolaylaştırıcı kişinin mutlaka devlet tarafından sağlanması gerekiyor.
Peki, kolaylaştırıcı kişi desteğinin sınıf içinde sağlanamaması halinde neler ile karşılaşabiliriz?
Eğer bu tür bir destek verilmezse, çocuklar okullarda uyum sağlayamayacakları için öğretmenler ya da idare tarafından “Bu çocuk yapamıyor” denilerek genellikle özel eğitim sınıflarına ya da uygulama okullarına yönlendirilecekler. Asıl sorun da burada başlayacak. Çünkü bu yönlendirmeler sistematik değil ve çocukların bireysel ihtiyaçları göz ardı ediliyor. Zaten pek çok okulda gerek tuvalet gerek sosyalleşme konusunda çok fazla sorun yaşıyoruz, çocuğu ve veliyi etkileyen, moralini bozan durumlar çocuğun akademik gidişatını da etkiliyor. Bu yüzden çocuk okula gitmek istemiyor dolayısıyla notları düşüyor ve günün sonunda “çocuk yapamıyor” durumuna geliyor. Halbuki gerekli destekleri verince yapabilecek çocukların bir anda özel eğitim sınıfına konulduğunu görüyoruz. Bu yanlış.
Sistematik bir yaklaşımın eksikliğinden bahsettiniz. Bunun etkileri neler?
Şu an Türkiye’de Rehberlik ve Araştırma Merkezleri’nin (RAM) kendi aralarında bile tutarsızlıkları var. Örneğin, bir RAM çocuğa kaynaştırma raporu verirken, bir diğer RAM aynı durumdaki çocuğu özel eğitim sınıfına yönlendirebiliyor. Bu durum, objektif kriterlerin eksik olmasından kaynaklanıyor.
Aslında her çocuğun bireysel ihtiyaçları farklı olduğu için standart kriterlerden çok, çocuğun üstün yararına göre bir değerlendirme yapılmalı. Örneğin, bazı çocukların tuvalet becerilerinin eksik olması nedeniyle kaynaştırmaya alınmadığını görüyoruz. Ancak akademik olarak yaşıtlarıyla aynı seviyede olan bir çocuğu sırf bu nedenle kaynaştırmadan mahrum bırakmak doğru değil. Bu çocuğun tuvalet becerisi yoksa diğer becerileri de yoktur gözüyle bakılıyor. Fakat tuvalet alışkanlığı ya da öz bakım becerileri komutla mı, yoksa hiç mi yok buna bakılmıyor çoğu zaman.
Bir de siz RAM ya da yerleştirme kararlarına itiraz ettiğiniz zaman çocuk için yine aynı RAM değerlendirme yapıyor. Bazı RAM’larda başka öğretmenler değerlendiriyor, fakat bazı RAM’larda gerek personel yokluğundan gerek hiç gerek duyulmadığından aynı öğretmen değerlendirme yapıyor. Böyle bir durumda ilk karardan farklı bir karar çıkma olasılığı var mı? Varsa bile çok düşük. Mahkemelerde bile bir karara itiraz ettiğiniz zaman ya bir üst mahkemeye ya da farklı bir mahkemeye gönderiliyor. Çok basit bir hakkaniyet mevzusu.
Tuvalet becerileri gibi kriterler sizce eğitimde bir ölçüt olmalı mı?
Kesinlikle hayır. Öz bakım becerileri elbette önemli, ancak bu durum çocuğun eğitimden mahrum bırakılmasına neden olmamalı. Birçok öğretmen ya da değerlendirme yapan kişi, çocuğun bu becerilerine bakarak otomatik olarak “Uyum sağlayamaz” gibi bir yargıya varabiliyor. Bu çok subjektif bir yaklaşım. Önemli olan, çocuğun akranlarıyla aynı sınıfta gerekli destekleri alarak bulunup bulunamayacağıdır. Biz küçük detaylara takılıp büyük resmi kaçırıyoruz. Burada ana hedefimiz çocuğu mümkün olduğunca akranlarıyla aynı sınıf ortamından ayrılmamak olmalı. Bu olmuyorsa aynı okul ortamından ayırmamak, en azından teneffüs saatlerinde veya bazı dersleri ortak alabilmesini sağlamak olmalı. Bu ayrıştırma da kısa süreliğine, çocuk akademik veya bilişsel olarak akranları düzeyine erişene kadar olmalı. Bu olamadığında dahi dediğim gibi mutlaka gerekli psiko-sosyal ve akademik destekler sağlanarak aynı okul ortamında olmalı. Çocuk okul ortamından kopartılmamalı.
Bu konuda nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Dediğim gibi, hedefimiz çocuğu akranlarından tamamen ayırmak yerine, gerekli desteklerle aynı eğitim ortamında yer almasını sağlamak olmalıdır. Bu, sadece özel eğitim sınıflarında değil, kaynaştırma/bütünleştirme uygulamalarında da temel hedef olmalı. Ancak bunun için daha sistematik ve bireysel ihtiyaçlara duyarlı bir yaklaşım gerekiyor. Aileleri dinlemekten, aile-okul iş birliğini mutlaka yapmalıyız. Bunun hiçbir şekilde kaçarı yok. Hakkın özünü dinlemek ve ihtiyaçlarına çare bulmak zorundayız. Çocuğun üstesinden gelmesi gereken zorluklar göz ardı edilmemeli. Bizim pusulamız, her zaman çocuğun üstün yararı, çocuğun akademik, psiko-sosyal ve bilişsel ihtiyaçları olmalı. İşte bu ihtiyaçlara dayalı makul düzenlemelerle yapılacak farklılaştırmalar olabilir, kolaylaştırıcı kişi olabilir ya da tüm eğitim ortamının farklılaştırılması olabilir… Artık ihtiyaç ne ise.
Bu her çocuk için geçerli, sadece tanı almış özel gereksinimli öğrenciler için değil. Özel eğitime ihtiyacı olan çocuk tanımı “akranlarından anlamlı farklılık gösteren çocuk” demek. Bu “anlamlı farklılık” geçici de olabilir, zamanla değişkenlik gösterebilir -artabilir ya da azalabilir- veya kalıcı olabilir. Eğitim sistemi ve eğitimcilerin bakış açısının nitelikli ve kapsayıcı eğitim ortamları yönünde olmalı. Ayrıştırma sisteminden tümüyle vazgeçmeliyiz. Bu konuda ayrıştırma dediğimiz çocuğu tipik gelişim gösteren ya da tanı almamış akranlarıyla aynı ortamdan kopartmak için son zamanlarda bir kötüye doğru paradigma değişikliği var. İnsanların özel eğitim denilince yaşadığı bir ön yargı var. Bu kesinlikle kabul edilemez, dünyadan kopukluktur. Annesi babası boşandığı için depresyona giren bu yüzden psikolojik destek alan bir çocuk da bir dönem ihtiyacı varsa özel eğitim destekleri alır. Üstün ya da parlak zekalı bir çocuk da bu desteği alır. Dikkat eksikliği-hiperaktivite tanısı alan bir çocuk da. Özel öğrenme güçlüğü olan çocuk da. Otizmli çocuk da. Down sendromlu çocuk da. Tanı ne olursa olsun akademik desteğe bir şekilde ihtiyacı olan çocukların hepsi özel eğitimin koruyucu şemsiyesi altına girebilir. Burada ihtiyaç var mı yok mu ona bakılmalı. Fakat bunu sivil toplum kuruluşları bile bilmiyorken biz hala kendi içimizde özel eğitim tartışıyoruz. Geçen yine son zamanlarda çok popüler olan bir sivil toplum kuruluşunun çocukların okula erişimini veri tabanlı araştırmasıyla hazırladığı bir sergiye gittim. Dolayısıyla özel eğitime dair veriler de vardı, bu çok değerli. Fakat çıkarımlar kısmında “İstanbul da 900’den fazla mahallede özel eğitim anaokulu yok” diye bir çıkarım yapılmış. Veri olarak doğru, bu kadar özel eğitim anaokulu yok. Ama bizim 900 tane özel eğitim okuluna zaten ihtiyacımız yok; özel eğitim anaokulu zaten olmamalı, mümkün olduğu kadar azaltılmalı ki çocuk aynı eğitim ortamından kopartılmamalı. Bunu anlatmaya çalışıyoruz.
Bakın hepimizi derinden yaralayan 6 Şubat depremlerinden sonra deprem bölgesindeki bütün çocukların psiko-sosyal desteğe ihtiyaçları oldu, tüm Türkiye’de sınav müfredatları azaltıldı, eğitime ilişkin bir sürü tedbir alındı. İşte bunlar aslında özel eğitim temel tedbirleridir aslında. Öyle lanse edilmese de. Kimse bunları düşünmedi. Herhangi bir sebeple psiko-sosyal desteğe ihtiyacı olan çocuk da bir dönem özel eğitim tedbirlerinden faydalanabilir; pusulamız çocuktur.
Çocuğun bireysel özellikleri ve üstün yararı demişken, okullardaki BEP süreçleri de çok önemli. Çocuğu kaynaştırma öğrencisi olan pek çok veli sizinle iletişime geçtiği için sormak istiyorum, oradaki süreç nasıl işliyor?
Her okulda “Bireysel Eğitim Planı (BEP) kapsamında geliştirme birimi toplantıları yapılması gerekiyor. Bu BEP Geliştirme Birimi bildiğiniz BEP toplantısı, onun yönetmelikteki adı. O BEP Geliştirme Birimi denilen BEP toplantılarında okul müdürü ya da görevlendireceği müdür yardımcısıyla çocuğun dersine giren öğretmenler, rehber öğretmen ve veli toplanarak çocuğun müfredatını belirleyecek, gelişimini gözlemleyecek ve gerekiyorsa o BEP’leri de güncelleyecek. Ancak ne yazık ki bazı okullarda bu toplantılar zamanında gerçekleştirilmiyor ya da hiç yapılmıyor. Bazen de bir öğretmen BEP hazırlıyor, genellikle bu rehber öğretmen oluyor ve sanki BEP uygulanıyormuş gibi gösteriliyor. Hatta bazı RAM’lar internet sitesi üzerinden otomatik BEP hazırlama siteleri yapmışlar. Düşünebiliyor musunuz? O program otomatik olarak çocuğun o seneki eğitim planını çıkartıyor, sınıf sınıf seçebiliyorsunuz. Kopyala-yapıştır bile yok direk indiriyorsunuz çocuğun adını yazıyorsunuz, beş dakikada hazır BEP. Bizdeki arzuhalciler gibi. Bizde de ucuz olsun diye arzuhalciye gider vatandaş, sonra bir dava açar, davayı kaybeder hak kaybına uğrar sonra avukata gelir ama iş işten geçmiştir artık. Burada da bu kopyala-yapıştır BEP’lerle çocuğun akademik hayatını bitirmiyorlar, çocuk en iyi ihtimalle ortaokul kademesinde özel eğitim sınıfına mahkum ediliyor. Eğitimin ilk haftalarında bu toplantıların yapılması çocuğun eğitim programının ve destek ihtiyaçlarının belirlenmesi için kritik.
Peki, bu toplantılar çocuğun eğitim yol haritasını nasıl etkiliyor?
BEP toplantısı, çocuğun akademik hedeflerini, davranış düzenlemelerini ve sınıf içi uyum stratejilerini belirler. Bu toplantılarda, çocuğun destek ihtiyacı da görüşülür. Ancak eksik ya da yetersiz toplantılar, çocuğun ihtiyaçlarının görmezden gelinmesine neden olabilir.
Bazı aileler de BEP hakkında yeterli bilgiye sahip değil. Bu konuda nasıl doğru bilgi edinebilirler?
Milli Eğitim Bakanlığı’nın çok güzel bir BEP kılavuzu var. Bu kılavuzda, öğretmenler ve okul yöneticileri için bir BEP planı nasıl hazırlanır, adım adım örneklerle açıklanmış. Kılavuzda, toplantıya kimlerin katılması gerektiğinden tutun, başarı değerlendirmesinin nasıl yapılacağına kadar her şey detaylıca anlatılıyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın BEP kılavuzunu ailelerin mutlaka incelemelerini öneririm. Sosyal medya hesabımda bu kılavuzun linkini de paylaştım. İşbirliği adına gerçekten önemli bir kaynak. Veliler bu süreçte hem haklarını bilmeli hem de çocuklarının üstün yararını gözeterek işbirliğine açık olmalı. Ancak şunu da söylemeliyim, ben maalesef bu kılavuzların tam anlamıyla uygulanmadığını görüyorum. Öncelikle, her okulda BEP geliştirme birimlerinin toplantıları düzenli olarak yapılmalı. Bu toplantılar okul müdürü veya görevlendireceği müdür yardımcısı, sınıf öğretmeni, varsa alan öğretmenleri ve velinin iş birliği içinde düzenlenmeli. Çocuğun dersine giren öğretmenlerin hepsi toplantıya katılmalı ve görüş bildirmeli. Rehber öğretmenin tek başına hazırladığı bir BEP planı yetersizdir; bu bir ekip işidir.
Veli katılımı konusunda neler söylemek istersiniz?
Yönetmelikte açıkça belirtildiği gibi, BEP toplantılarında veli doğal bir üye olarak kabul edilir. Yani veli, öğretmenlerle eşit statüde bir rol oynar. Ancak bazı okullarda velilere toplantılara katılmalarını değil, yalnızca planları imzalamalarını teklif ediyorlar. Oysa veli, görüş bildirme ve aktif katılım hakkına sahiptir. Bu süreçte ailelerin bilinçlendirilmesi büyük önem taşıyor. Burada çocuk özel eğitim ve rehabilitasyon merkezine gidiyorsa oradaki özel eğitim öğretmeninden destek alabilirsiniz beceri geliştirme ve akademik gelişimle alakalı, oradaki eğitsel detayları BEP toplantısında anlatabilirsiniz. Aslında tamamiyle çocuk ve veli üzerine şekillenmesi gereken -ihtiyaç sahibi onlar çünkü- oldu bittiye getiriliyor.
BEP toplantılarına veli olarak katılımın önemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aktif bir şekilde BEP toplantılarına katılmanız çok önemli. Bu toplantılarda çocuğunuzun sınıf içinde neden ek desteğe ihtiyaç duyduğunu savunmanız gerekiyor. Burada velilerin görüşleri ve talepleri sürece ciddi bir katkı sağlıyor.
Bu süreçte velilere ne önerirsiniz?
Veliler öncelikle BEP toplantılarına aktif olarak katılmalı ve çocuğunun ihtiyaçlarını açık bir şekilde dile getirmeli. BEP toplantısı ısrarla yapılmıyorsa mutlaka yapılmasını talep etmeli. Yönetmelikte açıkça yazan BEP Geliştirme Birimi üyeleri -okul müdürü ya da yardımcısı, öğretmenler, rehber öğretmen vs.toplantıya katılmasını talep etmeli. Usulüne uygun BEP toplantısı yapılmadığında dilekçeyle il-ilçe milli eğitim müdürlüğü Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu’na bildirmeli. Ayrıca, alınan kararları dikkatle inceleyip uygun bulmadıkları durumlarda yazılı bir şekilde görüşlerini bildirmeli. Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu’na talep edilen desteklerin gerekçeleri açık ve somut şekilde dilekçeye eklenmeli.
Peki, BEP toplantılarında veli olarak karşılaştığınız bir durum, alınan bir karar bize uygun değilse nasıl bir yol izlenebilir?
Eğer toplantıda alınan kararları uygun bulmuyorsanız, BEP’in son sayfalarındaki “karar” bölümüne el yazınızla bir şerh düşebilirsiniz. Örneğin, “Bu kararı uygun görmüyorum” yazabilirsiniz. BEP’i imzalamadan önce bu görüşlerinizi ifade etmelisiniz. Eğer talepleriniz dikkate alınmazsa, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu’na dilekçe verebilirsiniz.
Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu’na başvuru süreci nasıl işler?
Öncelikle, BEP toplantısında alınan kararları kabul etmediğinizi belirten bir dilekçe hazırlarsınız. Örneğin, kolaylaştırıcı bir kişinin sınıfta bulunması ya da destek eğitim odasında alınacak ders saatleriyle ilgili bir talebiniz olabilir. Bu dilekçeyi İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne iletirsiniz. Kurul bu talebi değerlendirir veya talebi kabul eder ya da okulun kararını onaylar.
Eğer Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu da talebi reddederse ne yapılabilir?
Bu durumda bir üst merciye başvurma hakkınız var. Kamu Denetçiliği Kurumu ya da Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu gibi yerlere başvurabilirsiniz. Çünkü bu noktada idari başvuru süreci sona ermiş oluyor. Ancak süreç boyunca veliler, haklarını bilerek ilerlerse çok daha etkili sonuçlar alabilir.
Özel Eğitim Hizmetleri Kurulu her ilçede mevcut mu?
Evet, genelde hem il hem de ilçe düzeyinde Özel Eğitim Hizmetleri Kurulları bulunuyor. Ancak bazı durumlarda yalnızca il bazında kurulabiliyor. Örneğin, Adıyaman’da bu kurulun İl Milli Eğitim Müdürlüğü altında bulunduğunu biliyorum. Veliler, ilçede kurul yoksa ildeki kurula başvurabilir.
Süreç boyunca yaşanan zorluklar karşısında veliler pes etmemeli diyebilir miyiz?
Kesinlikle! Çocuğunuzun eğitim hakkı için veliler olarak aktif ve bilinçli bir duruş sergilemeniz çok önemli. Haklarınızı bilmek, gerektiğinde taleplerinizi üst mercilere iletmek çocuğunuzun daha iyi bir eğitim almasını sağlar. Her zaman bir çözüm yolu var, yeter ki bu süreçte kararlı olalım.
Kolaylaştırıcı kişinin SGK kaydı konusunda da bir belirsizlik olduğu söyleniyor. Bu konuda bilgi verir misiniz?
Evet, SGK’da kolaylaştırıcı kişilerin bildirimi için özel bir kod bulunmuyor. Ancak günlük yardımcı personel koduyla bildirim yapılabiliyor. Bu durum da meslek yasasının eksikliğinden ya da mesleki yeterlilik kurumunda kolaylaştırıcı kişinin kim olabileceğine ilişkin bilgilerin yer almamasından kaynaklanıyor. Yasalar netleşirse, bu tür sorunlar da ortadan kalkacaktır.
Bu değerli bilgiler için çok teşekkür ederiz. Son olarak velilere bir mesajınız var mı?
Velilerimizin haklarını bilmeleri ve bu haklarını savunmaktan çekinmemeleri çok önemli. Eğitim süreci bir ekip işidir ve çocukların üstün yararını gözetmek hepimizin görevidir. Bu konuda destek olmak için her zaman buradayız.