AKSARAY İLK MİYDİ?

,

Bu örnekte sesimiz çok çıktı ama sesimizin çıkmadığı çok fazla benzer olay yaşanıyor.

 Yaşadığımız En Büyük Sorunlar:

AYRIMCILIK, DIŞLAMA, HOR GÖRME, STİGMA…

Büyük harflerle yazdım çünkü otizmli çocuğu olan aileler her aşamada toplumun her köşesinde bunları yaşıyor.

Önce tanıda yaşıyoruz ilk tramvayı, ilk hayal kırıklığını. Çünkü çocuğumuz ile ilgili her şey normal seyrediyor sanıyoruz. Birden bire aslında ‘normal’ olmadığını ve onun için kurduğumuz bütün gelecek hayallerinin suya düştüğünü öğreniyoruz. Sonra otizmle yaşamaya zamanla alışıyoruz. İkinci ve daha büyük travmayı ise çocuğumuz okula başlayacağında yaşıyoruz.

Olaylar her zaman Aksaray’daki gibi okulda yuhalanma boyutunda olmasa da, ayrımcılık otizmli bir çocuğa sahip her ailenin yaşadığı bir durum. Aksaray’da yaşananlar belki münferit bir olaydı ama bu noktaya gelmeden bunun öncesinde neler olduğunu unutmamak lazım. Oradaki velilerle konuştuğum zaman çocuklarının pek çoğunun kaynaştırma raporu olduğu halde kaynaştırmaya gidemediklerini ve özel eğitim sınıfında okuduklarını duydum. Çünkü okul yönetimleri kaynaştırma istemiyor.

Anlamadığımız şekilde birçok kurumda istenmeyen pozisyonundayız. Tanılarımız bulaşıcılık barındırmıyor. Çocuklarımız hiçbir akranını başarıdan uzaklaştırmıyor. Tam aksine…  Bu duruma başka gözle bakmayı bilseler, çocuklarına katkılarının çok daha fazla olduğunu görürler.

Özel Okul Çözüm mü?

Oğlum Garen küçükken ben de çoğu annemizin yaptığı gibi bir hata yaptım. Başlangıçta özel okulu tercih ettim. Devlet okuluna göndermeyip, büyük meblağlar ödediğimde, çocuğumu daha rahat okutabileceğimi düşünmüştüm. Bu benim yaptığım en büyük hatalardan biriydi. Garen’in okula başlamasından önceki döneminden biraz bahsedersem, belki neden böyle düşündüğüm daha kolay anlaşılacaktır.

Biz kreş dönemimizde çok şanslıydık. Özel eğitim kurumumuzun yönlendirdiği bir anaokuluna başlamıştık. Kreşimiz daha önce de otizmli çocukları kabul etmiş bir okuldu. Öğretmenimiz de çok bilinçliydi. Bizimle birlikte bazı özel eğitim seanslarına katılıp, okulda da özel eğitimde gördüklerini uygulayacak kadar bizi sahiplenmişti. Garen’e karşı son derece ilgiliydi. Mesela o yıllarda biz Garen’i saçını kestirmeye, berbere gitmeye ikna edemiyorduk ama kreş öğretmenimiz onu saçını kestirmeye ikna edebilmişti.

Her şey böyle iyi gidince ben de hayallere kapıldım. İyi bir okulun hazırlık sınıfına başlarsak ondan sonra da ilköğretim ve ortaöğretime yine bir özel okulda devam ederiz diye düşündüm. Garen’in okula başlama yaşı gelince de hemen yaşadığımız ilçedeki bir özel okul ile görüşmeye gittim.

Garen o sırlarda okuması yazması olan, çok güzel resimler çizen, akademik olarak akranlarından daha ileride bir çocuktu. Bu yüzden okula gittiğimizde, ben de Garen’in otizmli olduğunu söylemedim. Garen’i değerlendirme için aldılar ve beş dakika sonra geri getirdiler. Dediler ki “Bu çocuk daha renkleri bile bilmiyor!”. Şaşırdım. “Nasıl olur?” dedim. Garen’e ben sordum “Bu ne renk?” diye. İngilizcelerini söylemeye başladı “Yellow, green, blue”… Aslında yanıt alamama nedenleri Garen’in bilmemesinden değil, onun özel bir çocuk olduğunu anlayınca ona ulaşmak istememelerindendi.

Bizi o okula almadılar tabii. Hatta “Uğraşmayın biz böyle çocuklar almıyoruz. Özel okulları hiç denemeyin. Bu çocukların gittikleri başka okullar var,” demişlerdi.

Bunları işitmek bir anne için yıkım. Duruma daha yeni alışmaya çalışırken, umutlarınız varken, bu sözleri duymak çok büyük üzüntüye neden oluyor. Ama ben özel okul hayalimden vazgeçmedim. Denemeye devam ettim. Garen üçüncü sınıfa gelene kadar hayal kırıklığı yaşatan denemelerimiz oldu. Sonunda şunu kabullendim, artık özel okullarla daha fazla uğraşmayacaktım. Böylece üçüncü sınıfta devlet okuluna göndermeye karar verdim.

Devlet Okulu Arayışı…

Üçüncü sınıfta Kağıthane ve Şişli bölgesindeki devlet okullarını kapı kapı gezdim. Çok acı bir geziydi bu. Kabul etmeleri için pazarlamacı gibi onlara oğlumu anlatıyordum “Garen birinci ve ikinci sınıfı başarıyla bitirdi. Okula zaten bir gölge öğretmenle gelecek. Akademik olarak da kötü bir durumda değil,” diye açıklıyordum ama nafile. Hiçbir okul bizi almak istemedi.

Oradaki o öğretmenlerin söyledikleri mazeretler inanılmaz can yakıcı, inanılmaz acıtıcıydı. Zaman zaman hala o görüntüler gözümün önüne geliyor. Her bir görüşmede öyle anlar yaşadım ki…

Açık açık almıyoruz, istemiyoruz da demiyorlardı genellikle. Bizim okulun kontenjanı dolu, öğretmenimiz şu an böyle bir çocukla uğraşamaz, bizim çocuklarımız çok haylaz diğer çocuklar ona mobbing uygularlar, çok fazla ses olur çocuğunuz bu seslerden rahatsız olur, dersleri başaramadığı için kendini kötü hisseder, çocuklar acımasızdır bizim sınıflarımızda hiç arkadaşı olmaz, kendisi gibi çocuklarla olursa daha iyi olur, öğretmen birebir ilgilenemeyeceği için akademik olarak geri kalır, özel eğitim sınıfında akademik olarak bire bir ilgileniyorlar, bizim öğretmenimiz gölge öğretmeni kabul etmez gibi bir sürü mazeretle annenin vicdani duyguları ile oynuyorlardı.

Garen ilkokul üçüncü sınıfa başlayacağı zaman, ben bu şekilde cevaplar aldığım belki yirmi okul gezdim. Aslında okullar kaynaştırma raporu olan çocukları almak mecburiyetindeler. Fakat kendi insiyatiflerinde olmadığı halde “Biz böyle çocukları okula almıyoruz,” diyebiliyorlar. Bunları yaşayan anneler de yukarıda saydığım gibi sözlerden usanıp, madem benim çocuğum daha normal örgün eğitim sınıfında kötü olacak, kaynaştırma eğitimi alması için inat etmeyeyim diyebiliyor.

Okul mu, Öğretmen mi?

Garen’in üçüncü sınıfı için uzun arayışlardan sonra bir okul bulduk. Ama o okul da bizde çok ciddi tramvalara neden oldu. Tam artık ne yapacağımızı şaşırmıştım ki, dördüncü sınıfa geçtiğimizde bize bir öğretmen tavsiye ettiler. Gittik Enver Hoca ile Garen’i ve gölge öğretmenini tanıştırdık. Enver Hoca’ya durumu, Garen’in otizmli olduğunu anlattım ve “Bizi sınıfınıza kabul eder misiniz?” diye sordum. O da “Ne demek, okul alırsa tabii ki kabul ederim. Ama şunu söyleyeyim ben otizmi hiç bilmiyorum. Benim şimdiye kadar hiç otizmli öğrencim olmadı,” dedi.

‘Bilmiyorum,’ demesi bizim için çok güzel bir şeydi. Az bilip, ‘Biliyorum,’ demesi kadar korkunç bir şey yok.

Geçmişimizde “Ben otizmi biliyorum. Bu çocuk otizmli değil,” diyen öğretmenimiz de olmuştu, “Siz çok şımartmışsınız, bu çocuk ondan böyle. Babası biraz ilgilensin, bu çocuk düzelir,” diyen de. Bunlar bildiklerini zannedenlerdi. O yüzden Enver Hoca’nın bilmiyorum demesi benim için muhteşem bir şeydi. Ona dedik ki “Hocam sizin bir şey bilmenize gerek yok. Siz bize gerekli sınıf desteğini sağlayın, gölge öğretmenimiz zaten bu işi biliyor. Biz ekip olarak desteğe hazırız. Psikoloğumuz ve özel eğitimcimiz de gerekirse gelir. Size bireysel eğitim planı açısından o desteği sağlarız,” dedik.

Bireyselleştirilmiş Eğitim Planları

Özel gereksinimli çocukların eğitiminde bireyselleştirilmiş eğitim planını uygulayabilecek ve işbirliğine açık bir öğretmen çok önemlidir. Biz dördüncü sınıfta yolumuz Enver Hoca ile kesiştiği için şanslıydık. Ama çoğu okulda bireyselleştirilmiş eğitim planları tam olarak uygulanamıyor. Uygulanamadığı için de çocuklarımız ve ailelerimiz başarısızlık hissi yaşıyorlar. Hocalar, özel eğitim kurumuyla iletişime geçmek istemiyor. Bu işbirliğini kendi alanlarına müdahale olarak görüyorlar.

Gölge öğretmenin sınıfa girebilmesi için yıllarca mücadele verdik. Kimse sınıfa alınmasın demiyordu ama öğretmenler istemiyordu. Şimdi kolaylaştırıcı kişi adıyla mevzuata girdi. Tüm beklentilerimizi karşılamasa da bu da bir başlangıçtır.

Benim ailelerimize diyeceğim şey şudur, haklarını bilsinler, mücadeleden korkmasınlar ve vazgeçmesinler. Dün mücadele edenler olmasaydı bugün sizler bu haklara kavuşamazdınız. Bugün biz mücadele edeceğiz ki, yarınlarda çocuklarımıza güzel günler bırakabilelim. Eğer bir çocuğa kaynaştırma hakkı verilmişse aileler asla bundan vazgeçmemeli. Veliler hiçbir şekilde öğretmenlerin “sınıfa uygun değil” cümlelerini kaale almamalı, kolaylaştırıcı kişi ile (gerekirse annenin kendisi) bu hak sonuna kadar kullanılmalıdır.

Aksaray’daki velilerle konuştuğum zaman, oradaki çocukların pek çoğunun kaynaştırma raporu olduğu halde kaynaştırmaya gidemediklerini ve özel eğitim sınıfında okuduklarını duydum. Böyle bir şeyi ilk kez duyuşum değildi.

Tanıdığım pek çok velinin kaynaştırma eğitim hakkı varken imza atarak çocuğunu özel eğitim sınıfına verdiğini biliyorum. O veliler ile konuşarak haklarını anlatmaya ve özel eğitim sınıfında neler yaşayabileceklerini açıklamaya çalışıyorum.

Gölge Öğretmen Şart

Kaynaştırma eğitimi gölge öğretmensiz çok zor. Fakat gölge öğretmeni ailenin sağlaması da maddi manevi çok yıpratıcı olabiliyor. Yurtdışındaki gölge öğretmen modelinde bu imkan devlet tarafından sağlanıyor. Yurtdışında gölge öğretmen bir çocuğa özel değil, sınıftaki tüm çocuklara destek sağlamak ve sınıf öğretmenine yardımcı olmak amacıyla görev yapıyor. Olması gereken de bu. Çünkü biz gölge öğretmen derken, sadece bizim çocuğumuz için çalışacak bir öğretmeni amaçlamıyoruz. Bu noktada bir kavram kargaşası yaşanıyor. Gölge öğretmen ile o çocuğun sınıfa entegrasyonunu sağlanırken diğer toplum fertlerinin de o çocuğa ne şekilde yaklaşacağını göstermek hedefleniyor.

Derneğimize gelen “Ben özel gereksinimli çocuklara nasıl yardımcı olabilirim? Onlarla nasıl konuşmalıyım? Otizmli bir çocuk kriz geçirdiği zaman ne yapabilirim?” diye soranlar oluyor. Çünkü hayatları boyunca böyle bir şey yaşamamışlar. Gölge öğretmen sınıfta bulunarak, davranışları ile bu soruları yanıtlıyor. İki tarafın arasında bu entegrasyonu sağlıyor. Diğer çocuklara da farklılıklara ne şekilde uyum sağlayabileceklerini öğretmiş oluyor.

Toplumumuzun farklılıklara gösterdiği tepki önemli bir mesele haline geldi. Bana kalırsa eskiden biraz daha farklıydı sanki. Ben ilkokuldayken sınıfımızda farklı gelişen bir arkadaşım vardı. Zihinsel engelliydi ama hep bizim yanımızdaydı. Biz hiçbir zaman “benim yanımda oturmasın”, “bizimle beraber okula gelmesin,” dememiştik. Eminim ki sınıftaki hiçbir öğrencinin de aklından böyle bir şey geçmemişti. Ne velilerimizden biri, ne de biz bunu düşünmemiştik.

Böyle bir şeyin düşünülmesinin mümkün olabileceği benim aklımın ucundan geçmezdi. Ama çocuklarımın yaşadıklarıyla beraber mobbing’in ne demek olduğunu, çocukların ne kadar acımasız yetiştirilebileceğini gördüm. Başka çocukların hayatında nasıl travmalara yol açabileceklerine tanık oldum.

Şu anda Garen’in hayatında geçmiş ile ilgili çok ciddi travmalar var, arkadaşlarının yaptıklarından dolayı. Bana şunu diyor “Okul bana illallah yaptırdı onun için okumuyorum”. Aslında Garen okuyabilecek bir çocuktu. İsteseydi üniversiteye de gidebilirdi. Ama geçmiş dönemde yaşadığı travmalar nedeniyle böyle bir isteği kalmadı.

Neler Yapılabilir?

Biz şunu öneriyoruz, devlet her özel okula bir kontenjan koysa ve dese ki “Sen okuluna şu kadar özel çocuk almak zorundasın. Bunu alırsan teşvik vereceğim,” veya “Sana kota tanıyorum. Bu kadar özel çocuk almazsan seni kapatacağım,” gibi bir yasal mecburiyet koysa o zaman özel okullar da bu kadar rahat bir şekilde ben çocuk almıyorum diyemezler.

Fakat bu şekilde okulları ikna etsek bile özel okullarda bir de veli faktörü var tabii. Veli ‘İstemiyorum,’ dediği zaman olay bitiyor. Çünkü öğretmen ve okul yönetimi istese bile özel okul velilerinin parasal güçleri önemli olduğu ve onlar istemedikleri için kabul etmiyorlar.

Geçenlerde bir özel okulun reklamında kaynaştırma öğrencisi almamakla övündüğünü gördüm. Bu kadar acı bir durumdayız aslında. Bir taraftan Ali Vefa’yı seyrederek “Vah vah… Oğlum, canım benim…” diye hüzenlenen insanlar, diğer tarafta çocuklarının sınıfında otizmli olmasın diyen insanlar. Üstelik bunlar aynı kişiler.

Devlet okulu ya da özel okul olsun bir konu daha var. Yaşananlar duyurulamıyor ya da yetkililere iletilemiyor. Onun için ailelere yaşadıkları her olayla ilgili hemen yazılı olarak dilekçe vermelerini tavsiye ediyorum. Böylece Milli Eğitim Bakanlığı da yaşadığımız olaylarda durumun boyutlarını görebilir. Yetkililer şu anda mobbing ve psikolojik şiddet nedeniyle ne kadar çok çocuğun eğitim hayatından vazgeçtiğinin farkında değiller aslında.