Pozitif, yaratıcı ve içten… MURAT EVGİN
Murat Evgin’e müzik çalışmalarını, hedeflerini, oğluyla ilişkisini, hayata bakış açısını sorduk…
Netflix Amerika’da müzikleri yayınlanan ilk Türk besteci oldunuz… “Myths & Monsters” ın müziklerine imza atmanız nasıl oldu?
Yapımcıyla biz Fransa’da bir fuarda tanıştık. Ben onlara bir cd’mi verdim, biraz yaptığım işlerden bahsettim. Netflix için üreten bir İngiliz firma aradı, mailleştik ve onlara verdiğim cd’de yer almayan müziklerden de yolladım. Onlar da “Epik tarzda müzik yaptın mı, yapabilir misin” dediler. “Yapmadım ama denerim” dedim ve iki demo hazırladım. Sonrasında o demoları çok beğendiler.
Yerli birçok dizi için de müzik yaptınız… Nasıl bir hazırlık süreci oluyor dizi müziği üretmenin?
Dizi çekilmeden önce sinopsisi yolluyorlar bize. O sinopsis üzerinden en azından jenerik müziğini çıkarıyoruz. Mesela 12 sene önce ben “Arka Sokaklar”ın jenerik müziğini yapmıştım. Bir de polislerin hayatını anlatan bir şarkı istemişlerdi. Sürekli suçun ortasındalar, arkalarında onların yolunu bekleyen bir aile var, ana-baba var belki… “Bambaşka bir şehir var arka sokaklarda” şarkısını yapmıştım. Sonra da karakterlerin müzikleri oluyor. Böylece seyirci anlıyor bu karakter nasıl bir karakter… Ya da bir mekanla özdeşleşen müzikler oluyor.
“Arka Sokaklar”la çalışmanız devam ediyor mu?
Ediyor. Türkiye’de en uzun süre bir diziye müzik yapan besteci olabilirim. İlk bölümden 12. yıla, 460 bölümü geçti şu anda.
Başka hangi diziler var müziklerini yaptığınız?
İlk “Sahra” dizisiyle başladım, Arzum Onan oynuyordu. Sonra “Acemi Cadı” vardı. Şevval Sam ve Cem Davran’ın bir sitcom’u vardı “Çocuğun Var Derdin Var” diye, o ilk yıllarda yaptığım işlerden biriydi. “Filinta”, “Ayışığı”, “Bizim Okul” vardı… İrili ufaklı birçok proje oldu, on bölüm süreni de oldu, yüz bölüm süreni de oldu. Bu işin gerçekten hiçbir formülü yok… Bazen bir şarkı yapıyorsunuz halka ulaşmayabiliyor ama sizin belki hiç beğenmediğiniz bir şarkı insanlara çok güzel gelebiliyor. Bir formül yok ve bilemiyoruz hangi şarkının tutacağını. Dizilerde de yapımcılar bence bilemezler hangi dizinin tutacağını. Çok iddialı diziler giriyor her sezon ama 4 bölümde kalkıyor reyting almıyor diye. Arka Sokaklar’ın başarısını hep soruyorlar. Onun başarısı bence çok gerçekçi olması. Hiç cilalı, sofistike olmaya çalışan bir dizi değil. Sanki gazetenin üçüncü sayfasının video versiyonu gibi. Karakterler de öyle, herkes doğal ve halkın içinden. Özgür Ozan’ın bir sözü var, “Türk polisi nasıl yakalarsa biz de öyle yakalıyoruz” diyor.
Dizi müzikleri dışında neler yapıyorsunuz?
En son geçen sene Öykü Gürman’la bir düet yaptık, yeni bir albüm yaptık o albümün çıkış parçası “Kaderimsin” diye bir şarkıydı. Sevgili Altan Gördüm ustamız bize klipte destek oldu kendi öğrencileriyle. Hatta şimdi o klipte oynayan Akademi 35 Buçuk öğrencileri şimdi dizilerde başrol oynamaya başladı. O albümden yeni bir klip çekememiştik. Aslında kliplere hem para hem zaman ayırmayı sevmiyorum ama böyle bir zorunluluk var. İnsanlar şarkıyı duysun istiyorsanız klip çekeceksiniz. Bizim de şu sıralar klip çekimlerimiz var. Fuat Paşa Yalısı’nda güzel bir klip çektik “Mucizemsin” şarkısına. Karsta Çıldır Gölü’ne gittik orada bir klip çektik. Bir tane de değişik ülkelerde çekmek istediğimiz bir klip var “Seni Sordum” şarkımız için.
Yaratıcılık isteyen bir mesleğiniz var. Sizi neler besliyor?
Beslenecek zaman da yok aslında. Sürekli çalışıyorsun, bilgisayar başındasın, enstrüman başındasın. Oğluma vakit ayırıyorum, onu okuldan alıyorum birlikte zaman geçiriyoruz. Eskisi gibi ne kitap okuyabiliyorum ne bir sinema filmi izleyebiliyorum. Öyle bir vaktimiz olmuyor.
Yaratıcılık doğuştan gelen bir yetenek mi sizce?
Sanırım tecrübeyle ve yıllarla da ilgili. Bir süre sonra belli bir alışkanlığa dönüşüyor. Çünkü bu bir ifade etme biçimi. Başta ifade edemediğiniz şeyleri tecrübelenince üzerine yıllar eklenince daha kolay yapar hale geliyorsunuz. Belki kafada şablonlar oluşuyor. Daha kolay notaya ya da kağıda döküyoruz. Örneğin benden bir müzik istiyorlar, yarın sabaha istiyorlar. Bu durumda “oturayım, mumları yakayım, ilham bekleyeyim” diye bir şey yapamazsın. Bu senin mesleğin ve yarın sabaha o müziği yetiştireceksin. Belli bir adrenalinle onu yapıyorsun ama nasıl yapıyorsun onu ben de bilmiyorum. Bir şekilde çıkıyor. Bazen söz yazarları ve şarkı besleyenler, reklam müziği yapanları, dizi müziği yapanları eleştiriyorlar, “iki dakikada yapıyorsunuz” diyorlar. Ee gel sen yap o zaman, iki dakikada yapıyorsun da, sen bir şarkıyı 6 ayda yapıyorsun. “Biz duygularımızla yazıyoruz aylar sürüyor” diyorlar. Aylar sürse ben senfoni yazarım. O işin zoru sabaha yetiştirmek zaten. Ama belli bir adrenalin oluyor, belli bir motivasyon oluyor. Büyük bir yük oluyor omuzlarında, “Bunu yapmam lazım diyorsun” ve yapıyorsun.
Hayatta katlanamadığınız şeyler neler?
Asık suratlı insanlar, yüzü gülmeyen insanlar. Hiç sevmiyorum onları. Hiç anlaşamıyorum.
“Bir gün olacak” dediğiniz, olmasını istediğiniz hayalleriniz neler?
Ne hayal kurduysam olmadı, ben de hayal kurmamaya başladım. Daha doğrusu hayal kurmak yerine hedefler koymaya başladım kendime. Sonra da o hedefleri küçük küçük adımlarla gerçekleştirmeye başladım. Mesela Netflix öyle oldu. Ben sadece “yurt dışında bir diziye müzik yapayım” diye yola çıktım. Şansıma Netflix oldu. Bir sürü fuara gittim, oralarda kendime inancımı kaybettiğim de oldu, “bir şeyler olacak galiba” diye ümitlendiğim de oldu. Birazcık akışına bıraktım, obsesif tavırla kendimi mutsuz etmedim. En olmadı yabancı ülkeleri görüyorum, dünyayı gezmiş oluyorum gibi düşündüm. Hayalin var mı dersen? Hayaller galiba biraz 20’li yaşlarda oluyor, sonra bakıyorsun ki dışarıdaki dünya böyle bir dünya değil. Hayal kurmayı biraz bırakıyoruz galiba, ben de öyle oldu en azından.
Çocukluk hayaliniz neydi peki? Hayalleriniz arasında müzik var mıydı?
Küçükken sabah çok erken uyanırdım, hemen pencerenin karşısına geçerdim, o saatte de çöpçü arabaları geçerdi. İlk çöpçü olmak istediğimi hatırlıyorum. Bir kere kamyon oyuncak olarak çok güzel bir şey! Sabah sokakta hiç kimse yok, onlar hep aynı saatte gelirdi, 6.15 gibi… Sonra inerlerdi arabadan çöpleri atarlardı, aksiyon da var. Kamyonun arkasındaki pres var ya onu izlemeye bayılırdım… Bir de Erkin Koray’ın “Çöpçüler” şarkısı vardı. Sonra annem dedi ki “Oğlum sen işin eğlenceli kısmına tav olmuşsun ama o çok zor bir iş bütün gün çöpün içinde…” Sonra bir ara filmlerden dolayı astronot olmaya kafayı taktım. Bu sefer annem yine “Oğlum o iş o kadar kolay değil. Kıyafeti giymekle bitmiyor, bayağı eğitimi var onun” dedi. Sonra yavaş yavaş müzik ilgimi çekti. Zaten Türkiye’nin en önemli müzisyenlerini görüyordum. Sezen Aksu, Barış Manço babamın arkadaşları… Onlara tabi ki özeniyorsun. 11-12 yaşında “ben müzik yapacağım” dedim. Hemen tabii akrabalar dedi ki, “senin işin çok zor, baban Erol Evgin…” Akrabalarına bir hayalini anlattığın zaman ilk önce onun nasıl olamayacağını sana açıklarlar ya, kimse yüreklendirmez. Ama şimdi geldiğimiz noktada Netflix ile Amerika’ya Türkiye’den müzik yapıyoruz. Bence bir işi istiyorsan kimseyi dinlememek lazım. Hep böyle hikayeler vardır. Haldun Dormen’in de mesela babası istememiş tiyatro yapmasını ama Haldun Dormen Yale Üniversitesi’ni kazanmış, Paul Newman’la aynı sırada tiyatro okumuş. Beatles’ı kaç tane plak şirketi reddetmiş, bu müziğin modası geçti diye. Bir şeye inanıyorsan biraz sebat edip biraz da sağdan soldan gelen laflara kulak asmayıp devam etmek lazım.
Nasıl bir babasınız?
Ben çok merhametli bir babayım. Ona hiç kızmıyorum, bağırmıyorum. Bir şeye kızacaksam bile onu şakayla karışık, espriyle söylüyorum. O zaten anlıyor. Bence çocukların en büyük sıkıntısı bağırılmak ve sürekli bir şeyi dikte eder şekilde parmak sallayarak söylemek. Bu onların özgüvenini müthiş bozuyor, yerle bir ediyor. Biraz arkadaş gibi olmaya çalışıyorum. Anlatacaklarımı yumuşakça söylemeye çalışıyorum. Odasını ben söyleyince toplayacaksa zaten bir faydası da yok. O zaman sürekli “oğlum şunu yap, oğlum bunu yap” şeklinde oluyor konuşmalar ve bu sefer o zannediyor ki odasını benim için topluyor, dişini benim için fırçalıyor. “Fırçalamıyorum işte” diyor mesela sanki beni üzecekmiş gibi. Diyorum ki “Sen bilirsin oğlum senin dişin çürür” ya da “Işık açık olunca hem biz daha fazla para ödüyoruz hem dünyanın kaynakları azalıyor” diyorum. Eskiden çocuklara fazla bir şey açıklanmazdı ya, ben her şeyi açıklıyorum sanki o bir yetişkinmiş gibi ve bu sefer görenler diyor ki bu çocuk büyük birisi gibi konuşuyor anlıyor. Agu gugu yapmıyorum, ona yaşından daha küçükmüş gibi davranmıyorum. Öyle yaptığınızda psikolojik olarak da çocuk büyümek istemiyor zaten, hep sevimli bebek döneminde kalmak istiyor, bu sefer de konuşma bozuklukları gibi şeyler başlıyor. Çocuğa “Ay ne tatlı r’yi de söyleyemiyor” dediğin zaman çocuk “Beni böyle seviyorlar ben de r’leri söylemeyeyim o zaman” diyor. Bunların dışında onunla sık vakit geçirmeye çalışıyorum. Balık tutuyoruz, basket oynuyoruz, gitar kursuna götürüyorum onu.
ÖÇED olarak toplumdaki algıya pozitif katkıda bulunmak, özel gelişim gösteren çocukların ailelerinin sorularına cevap bulmasını sağlamak için çalışıyoruz. Siz ÖÇED’in çalışmalarını takip ediyor musunuz? Sizin gönüllü çalışmalarınız var mı?
Çok uzun yıllardır kim benden bir şey isterse yapmaya çalıştım. Mehmetçik Vakfı’ndan Toçev’e kadar birçok yer için reklam müzikleri yaptım, şarkı yaptım. Mehmetçik Vakfı’na telif geliri bağışlanan bir şehit şarkımız vardı… Çok şey yapmaya çalışıyorum zamanım elverdiği kadarıyla. Tabii otizm daha özel bir konu. Bazen aileler utanıyorlar, bazen toplum o aileleri utandırıyor. Özel gereksinimli çocuklarla ilgili etkinliklerde duymuştum çocuğuyla dışarı çıktığı zaman “göz zevkimizi niye bozuyorsun, bu çocuğu niye dışarı çıkarıyorsun” gibi hakaretler duyabiliyorlar. Bunlar çok yanlış ve bu mantık orta çağ mantığı.