“BEDENİMİZDEKİ ENGEL HAYATA TUTUNMAMIZA ENGEL Mİ?”

CP’li özsavunucu Eda Güzelsoy yazdı: Bıçak sırtı konu seçtiğimin farkındayım ve bu yüzden konuyu ince ince işleyeceğim. Zaten hayat bıçak sırtı yaşamak ve o dengeyi tutturmaya çalışmak değil midir?

Hayata merhaba derken, yaşama 1-0 yenilgi ile başlamak zorunda kalıyoruz. Öte yandan biraz empati yaptığım zaman, anne ve babanın yaşadığı hayâl kırıklığı tahmin edilmez bir duygu olmalı sonuç itibariyle her anne, baba sağlıklı bir evlat kucağına almak ister.

Annemin her zaman kullandığı çok güzel bir cümle vardır:

-Evlatla imtihan zor!

Annemin bu cümlesini ayrıntılı bir şekilde düşündüğüm zaman derinlere kadar iniyorum.

-Bir evlat olarak şunu söylemek istiyorum ki, belki de imtihanların en zoru ama bir evlat annesinin ve babasının çabası ile ayakta kalıyor anneciğim…

“Hayata Tutunma Çabası”

Şöyle bir benzetme yapacak olursak; binanın önünde dökülmüş olan kum yığını var ve bir çocuğun ayağı tökezliyor, kum yığının içine düşüyor ve tek başına kum yığınının içinden çıkabilmesi imkânsız. İşte anne ve baba burada devreye giriyor, öncelikle gelip kum yığınını kazma ve kürek yardımıyla açıp, çocuğunu alıyorlar ve beraber yürüyerek evlerine dönüyorlar.

Özel gereksinimli bir çocuğun da, hayata tutunma çabası bu benzetme gibidir anne ve babanın sağlam adımlarla devreye girmesi bir hayatı şüphesiz değiştirebilir.

“Adım Adım Hayata Doğru”

Büyümeye başladığımızda ilk evreler zaten çok zor geçiyor bir sürü sorun, bir sürü prosedür ile uğraşmaktan hayatın bize verilen bir armağan olduğunu farkına bile varamıyoruz aklımıza takılan tek soru, “Neden ben?” sorusu oluyor. Öyle bir his ki, sanki bu sorunun cevabını bulunca her şey otomatikman çözülecek gibi.

Benim ise bu konuda hatalı davrandığım zamanlarım oldu. Hatalı davranmak benim yavaşlamama neden oluyordu ve bunu da net bir şekilde görebiliyordum ama başka türlü davranmak içimden gelmiyordu. Çünkü küçücük özümle fazlasıyla hayata kızgın ve kırgındım. Fakat artık hassaslığımı bir tarafa bırakıp hayata cengaver gibi atılmanın zamanı gelmişti ve bunun içinde bir yol bulmam gerekiyordu.

Aslında hayata karşı adım atmaya istekliydim, ama adım atacak kadar güçlü değildim.

Derler ya “Ayakta duracak hâlin yokken hayatta kalmak için sebeplerin vardır.”

Hep savunmaktan gurur duyduğum bir gerçek var, benim hayata tutunma nedenim annem ve babamdır…

Kendime sıkı sıkı tutunacağım bir sebep bulmuş olmanın rahatlığı içindeydim gerisini zamanın halledeceğine inanıyordum.

“Bazı Şeyler Yaşayarak Öğreniliyor”

Tecrübe yaşayarak kazanılır ve insanı daha güçlü hâle getirir. Omuzlarımdaki sorumluluklarımı fark ederek hayata koyuldum, koyulmasına ama beni nelerin beklediğine dair en ufacık bir fikrim yoktu.

Burada unuttuğum bir şey vardı, ben ne kadar ince hesap yaparsam yapayım her şey sırasıyla ve olması gerektiği gibi yaşanıyordu bana sadece olaylara ayak uydurmak kalıyordu.

Sanırım bazı şeyler yerine oturdukça kabul süreci de akabinde geliyor…

“Kabul Süreci Basamak Gibidir”

Biliyor musunuz? Bir insana yardım edebilecek kişi, kişinin ta kendisidir. Elbette ki, sorumluluk almaktan kaçınmıyordum ama sorumluluk almak demek, kendimi engelli birey olarak kabul etmek değildi. Yani iş bana düşüyordu ama hayata karşı keskin bakışlar atarken ve katı kurallar koyarken, nasıl kendimi kabul edebilirdim ki?

Öncelikle, kendi sesime sağır olmamam gerektiğini öğrendim. Meğerse içimdeki ses hiç susmadığı için kendi sesime tahammül edemiyormuşum, bunu sonradan fark ettim. Bu farkındalık hayatımın dönüm noktası oldu.

Büyümeye başladığımızda ilk evreler zaten çok zor geçiyor bir sürü sorun, bir sürü prosedür ile uğraşmaktan hayatın bize verilen bir armağan olduğunu farkına bile varamıyoruz.

“Hayatımın Dönüm Noktası”

Kendime zaman vermem gerektiğini biliyordum tabii ki, bu süreç içerisinde her duyguyu dolu dolu yaşıyordum belki de ihtiyacım olan tek şey küçücük bir umuttu.

Ben böyle bocalarken, sanıyorum orta 2. sınıfta İpek Ongun Yaş On Yedi romanını bir solukta okumuştum, o kadar naif ve coşkulu bir dille anlatılmış ki, okumaya kıyamamıştım zaten çok okumaya fırsat bulamıyordum, çünkü aynı zamanda okulum ve özel eğitim merkezim vardı. İkisinin de ayrı ayrı görevleri vardı buna rağmen okumaya fırsat yaratıyordum. Artık düzenli olarak okumaya başlamıştım çünkü gerçekten okurken, nefes aldığımı hissediyordum ayrıca okumak istememin bir nedeni daha vardı, fizyoterapistlerim konuşma problemimi yalnızca okuyarak aşabileceğimi söylemişlerdi buna dayanarak daha çok okumaya başlamıştım. Her romandan yeni bir şeyler öğrenmek, kendimi keşfetmek hoşuma gidiyordu hatta zaman zaman hayâl bile kuruyordum.

Kütüphanede bağdaş kurmuş bir vaziyette günler boyunca kitapların hepsini okumayı hayâl ediyordum:)

Aslında baktığım zaman, benim hiçbir zaman ulaşılması mümkün olmayan isteklerim olmadı ki, sadece sağlıklı, huzurlu ve rahat bir hayat yaşayabilmek istedim. Bunun için de çok çalışıyordum ve artık her şeyi yavaş yavaş yoluna koymayı başarmıştım ama sanki yine de bir eksik var gibiydi. O eksiklik ise, hâlâ konuşma problemimi tam anlamıyla çözememiş olmamdı. Kim bilir, belki de bu sorunu hiç çözemeyecektim ya da ben çok hassas düşünüyordum. Örnek vermek istiyorum, bir gün çok sinirlendiğim olay yaşamıştım ve seri bir şekilde konuşamayınca da kendimi müdafaa edememiştim bu durum o kadar ağrıma gitmişti ki, ben de çareyi yazmakta bulmuştum.

“Öncelikle, kendi sesime sağır olmamam gerektiğini öğrendim. Meğerse içimdeki ses hiç susmadığı için kendi sesime tahammül edemiyormuşum, bunu sonradan fark ettim. Bu farkındalık hayatımın dönüm noktası oldu.”

“İnsan Yazarak da Konuşabiliyormuş”

O olaydan sonra, yazmaya da başlamıştım önceleri sadece iletişim kurmaktan kaçtığım için yazıyordum, fakat sonra yazmayı sevdiğimi fark etmiştim yazmayı sevmek, aslında hayatı sevmekti.

İlk önceleri ufak ufak yazmaya başlamıştım tabii ki, bu başlangıcı ilk önce annem ve babam ile paylaşmıştım. Annem ve babam şöyle demişti:

-Kızım sen ne karar verirsen ver biz senin arkandayız ve azmine güveniyoruz.

Annemden ve babamdan almam gereken cevabı almıştım o hâlde kaybedecek vaktim yoktu.

Yazmak istiyorum demekle olmuyordu sabırla çok yol almam gerekiyordu bunun bilincindeydim ama asla vazgeçmemeye kararlıydım.

Okumak ve yazmak benim hayatta tutunabileceğim en büyük umudum olmuştu.

Bir ayrıntıdan daha bahsetmek istiyorum ki, konuşma problemimi olabildiğince daha iyi konuma getirmeyi başardım.

Şimdi yukarıdaki sorduğum soruyu rahatlıkla cevaplayabilirim. “Bedenimizdeki engel hayata tutunmamıza engel mi?”

Hayata 1-0 yenilgi ile başlamak önemli değil ki, sonuç itibariyle zorluklar mücadele ile aşılabiliyor önemli olan her şeye rağmen hayata yeni kapılar açabilmek ve ben de varım diyebilmektir.