BİRİ “MOLA” MI DEDİ?

Birçok annenin duyduğu sözdür “biraz mola versen iyi olur”, “mola vermelisin”, “dinlenmelisin,  sorumluluk vermelisin, her şeyi sen yapamazsın”, “yavaşla”…

Bunlar çok söyleniyor ama ne yazık ki, o işler pek söylendiği gibi kolay olmuyor.

Gelelim neden olmadığına, diyen ÖÇED Başkanı Parin Yakupyan yazdı.

Anne ve mola/dinlenme kelimeleri yan yana gelince, annelerin yüzünde yarım bir tebessüm beliriyor. Bir de özel gereksinimli bir bireyin annesi iseniz yanına derin bir iç çekişle “nerdeee…”  kelimesi ekleniyor 🙂

Aslında bu konuya değinirken, standart anneliği ve özel gereksinimli çocuk anneliğini ayırmak lazım. Standart bir annelikte, çocuğunuz gelişim basamaklarını normal sürecinde çıkarken size olan bağımlılığı da gün geçtikçe azalıyor. Özel gereksinimli birey annesiyseniz, çocuğunuz gelişim basamaklarını akranları ile aynı zamanda çıkmadığı ve standart bir gelişim çizgisi olmadığından, anneye bağımlılığı ve ondan destek alma süresi uzuyor. Hatta bazen hiç bitmiyor. Bunu anlatmamdaki amaç, asla bir kıyaslama yapmak değil. Sadece aradaki ayrımı belirtmekti.

Annelik çok farklı bir kavram bence. Tanımı başlı başına bir kitap serisi olabilecek kadar geniş, duygu yoğunluğu ise  anlatılmayacak kadar derin. Ve asla kitaplarda okutulduğu gibi de değil. Annelik ve çocukluk kavramını iyi bilen, ders olarak anlatan nice uzmanın kendisi anne olduktan sonra anlattıkları ideal anne kavramından farklı davrandıklarına o kadar sık tanık oldum ki 🙂

Anneliği bir iş olarak değerlendirirseniz, birçok meslek grubunu içinde barındırıyor. Avukatlık, aşçılık, bakıcılık, rehberlik, öğretmenlik, doktorluk, hemşirelik, koçluk… Uzar da gider… Bir mesai kavramı yok. Kaçta başlayıp, kaçta bittiği belli değil 🙂 Çoğu kez 24 saat bile yetersiz kalıyor. Uyku yok, yer – zaman kavramı yok… Böyle uçsuz bucaksız bir kavram olan annelik ile mola yan yana gelince ne yazık ki, pek uyumlu olamıyor.

Özel gereksinimli bir çocuğa sahipseniz, onun gelişiminin farklı yönleriyle de ilgilenmek zorunda oluyorsunuz. Özel eğitime götürüyorsunuz. Orada edindiğiniz bilgileri gündelik yaşama yaymaya çalışıyorsunuz. Sosyal hayatınız zaten kalmamışken, bir de her konuda ‘ordinaryusluk’ mertebesine erişmiş çevrenizdeki insanların, çocuğunuzun gelişimine zarar vermemesi çabasına giriyorsunuz. Bir mimar misali hayatını, çevresini dizayn etmek zorunda kalıyorsunuz.

Bağımsızlığını kazanması için, akranları ile aynı ortamda bulunmasını istiyorsunuz. Bunu gerçekleştirmeye çalışırken etrafınızda mayın tarlası gibi sorunlar belirmeye başlıyor. Normal bir şekilde, yaşı geldiğinde, elinden tutup beğendiğiniz bir okula yazdıramıyorsunuz mesela. Bir engelli maraton koşucusu gibi, karşınıza çıkan tüm engellerin üzerinden atlamak, bazen çarpmak, ama o koşuyu bitirmek zorundasınız. Çünkü kulağınızda, zihninizde hep bir “tik tak, tik tak” sesi… Zaman geliyor, zaman geçiyor diyor…

Okulöncesi dönemden, ilkokula, oradan orta okula, bu arada ergenliğe ve şanslıysanız liseye, nadir de olsa üniversiteye…  Hatta çokkk şanslıysanız istihdam süreciniz de oluyor. Hayatınız bir anne olarak kaygılı, bol çabalı, kısmi tebessümlü, ara ara sağanak yağışlı, kapalı ve bulutlu düşüncelerle bir koşuşturmacayla geçiyor. Bu demek değil ki, nefessiz şekilde koşuyoruz fakat insanların kafasındaki mola kavramını yaşayacak bir zaman lüksüne de sahip olamıyoruz. Çünkü çoğunlukla kendimizi düşünmüyor ve kendimiz için yaşamıyoruz.

Bugünkü bol eforlu hayatımıza baktığımızda, bu kadar enerjik, bu kadar dayanıklı olabileceğimiz belki de hiçbirimizin aklına gelmezdi. Demek ki, mesele evlat olunca, geri kalan her şey teferruat oluyor. Bıkmamayı, yılmamayı, pes etmemeyi, düşmemeyi, düşsek de yerden kalkmayı o evlatlar sağlıyor. Bu enerjiyi bize onlar veriyor.

Bu arada bu şu demek olmuyor; anne böyle bir nükleer enerjiye sahip bir varlık olarak ortada koşuştururken, babalar süreci kenardan izleyebilir. Bir çocuğun gelişiminde anne kadar babanın da katkısı çok önemli elbette. Eğitimine de gitmeli, çocuğuyla ders de çalışmalı, sosyalliğine de katkı sağlamalıdır. Konumuz anne ve mola kavramları olduğu için yazının ana kahramanı, özel gereksinimli çocuğa sahip anneler oldu. Babaların ön planda olmasından da, biz anneler olarak çok memnun oluruz tabii : -) Ama anneler yaratılışları gereği farklı olduklarından mıdır bilmem, onların ebeveynliği çok başka seyrediyor. Hisleriniz, duygularınız, düşünceleriniz, fedakarlıklarınız çok farklı oluyor. O nedenle molayı pek düşünmüyorsunuz. Çocuğunuz hayatın hırçın dalgalı denizlerinde kulaç atmaya çabalarken, onu yalnız bırakamıyorsunuz, kenardan izleyemiyorsunuz. Fakat çocuğa bakım veren anne iyi ve sağlıklı olmalı ki, evladına da fayda sağlayabilsin.

Anne, yorgunluktan bitmişken, zihni soru işaretleri arasında boğulmuşken, ruhu bedenine dar geliyorken elbette çocuğuna da fayda sağlayamaz. Burada önemli olan husus annenin çevresindekilerin ona küçük esler vermesini sağlamasıdır. Babanın, teyzenin, halanın, amcanın ve başkalarının çocukla ilgilenip, anneye biraz zaman oluşturmalarıdır. Annenin arkadaşlarıyla buluşması için biraz zaman vermeleridir. Eğer onlar bunu akıl edemiyorsa anne açıkça bunu talep etmelidir. Çocuğu eğitimdeyken, kendine kısa molalar oluşturmalı ve bu molalarda sevdiği bir şeyleri yapmalıdır. Her ne kadar yaradılış olarak güçlü olsak da, sonsuz bir enerjiye sahip değiliz. Enerjimizi ve tempomuzu sürece göre ayarlamalıyız. Olumsuz enerji verenlerden, enerjimizi sömürenlerden uzak durmalıyız. Ve elbette başka çocuklarımız varsa, özel gereksinimli çocuğumuzu çevremizdeki birinci derece yakınlarımıza bırakıp, onlara da vakit ayırmalıyız.

Anneliği bir iş olarak değerlendirirseniz, birçok meslek grubunu içinde barındırıyor. Avukatlık, aşçılık, bakıcılık, rehberlik, öğretmenlik, doktorluk, hemşirelik, koçluk… Böyle uzar da gider…

Eğer ki, Kendimize gereken vakti ayırmazsak, trafikte “hız körü” terimi ile ifade edilen bir duruma düşeriz. Olaylara yaklaşımımız, alacağımız kararlar, tepkilerimiz bu yorgunluğumuzdan etkilenebilir. Bu yazı “Annelere Mola” gibi bir hak arama çalışması değil ama özel gereksinimli bir çocuk hayatımıza girdiyse mola da karşılanması gereken bir ihtiyaçtır.  Bir daha vurgulamak isterim ki, çocuğa bakım veren kişi, toplumumuzdaki karşılığı ile “anne” her yönden ne kadar sağlıklı olursa, çocuğun gelişimi de bu durumdan o kadar olumlu etkilenir. Daha iyi hizmet verebilmek için şarj olmamız, yenilenmemiz çok önemlidir. Yoksa bir süre sonra tükeniş kaçınılmaz olur. Bu molalarda da mutlaka sevdiğimiz, ruhumuza gelen şeyleri yapmalıyız. Bazı konuştuğum anneler bunu çocuklarından çalınan zaman olarak görüyorlar. Oysa ASLA unutmayalım, biz ne kadar iyiysek çocuğumuz o kadar iyi olacak.

Umutlarımızın diri kaldığı, çocuklarımızın bağımsızlaştığı, yüzlerde tebessüm çiçeklerinin açtığı yarınlara ulaşabilmek dileğiyle, bir sonraki yazıya kadar hoşça kalın sağlıkla kalın : – )