ANNELERİN İÇ SESİ: ASLI KOCAELİ
Hem yüzümüzü gülümseten, hem de hayatımızı sorgulatan, annelerin ortak sesi olan biri o… Mizahi dili ve nokta atışı tespitleriyle @anneninicsesi Instagram hesabından tanıdığımız Aslı KOCAELİ ile annelik, kariyer ve yazarlık üzerine samimi bir sohbet gerçekleştirdik.
Sizi annelerin hiç sesi hesabıyla tanıdık. Peki, bu hesabı kurmadan önce neler yapıyordunuz?
Aslında ben @anneninicsesi hesabımı açmadan önce de hayatta farklı bir şey yapmıyordum. Reklam yazarıydım ve markalara fikir bulup onları uygulamaya geçiriyordum. Yazmaya her zaman ilgim vardı ama bunu kendim için yapmıyordum. Ne ile ilgili yazmak istediğimi bulamıyordum. Yazıyla olan haşır neşirliğim annelikle ilgili yazmak istediğimi keşfettiğimde cuk oturdu. Ne ile ilgili yazmak istediğimi de bulmuş oldum.
Annelikle ilgili yazmak bitmeyen bir serüven… Nasıl bir ruh haliyle yazıyorsunuz?
Benim ikili ruh hallerim var diyebilirim. Zihnimdeki fikirler ya çok komik oluyor ya da dramatik. Küçüklüğümden beri böyledir. Bu yapı hiç değişmedi. Anne olduktan sonra bazen çocuğuma karşı çok duygulanıyordum ve dramatik yazılar yazıyordum. Bazen de herkes tarafından sevilen, gülünen capsler aklıma geliyordu. Bu hesabın güzelliği de bu. İkisini de yapabileceğim bir alan oldu. Annelikle ilgili dizi senaryosu yazsaydım, belki bu kadar dramatik şeyler yazamazdım. Bu hesapta benim en sevdiğim şey, iki tarafı da yazabiliyor olmak. Bu kadar komikken dramatik yazıyorsun diye de, kimse yadırgamıyor.
Kısacası şöyle söyleyebilirim ne ile ilgili yazmak istediğimi anne olduktan sonra anladım ve bununla ilgili kendimi filtrelemeden, aklıma komik ya da hüzünlü ne geliyorsa onu yazdım.
Peki, reklam yazarlığına devam ediyor musunuz? Anne olmak kariyerinizi nasıl etkiledi?
Devam etmiyorum. Ben özellikle dijital strateji, dijital reklam ve sosyal medya stratejileri üzerine çalışıyordum. @anneninicsesi hesabıyla beraber ister istemez bu konuda daha da geliştim. Burayı takip etmek, kullanıcı davranışlarını görmek, bana bir veri sağladı. Bunlarla da iki sene önce ‘Sosyal Medyada Sesini Bulmak’ başlıklı bir atölye eğitimi yaptım. Reklamcılık alanındaki bilgimi orada kullandım diyebiliriz. Şimdi onu yeniden yapmak istiyorum ama güncellemen gerekiyor. Çünkü dijital çok hızlı değişiyor. Bir yandan da, o konuda da faydalı bir şeyler yapabileyim, bu bilgiyi kendime saklamayım istiyorum.
Anne olduğunuz ilk aylar neler hissetmiştiniz?
Kendimi filtrelemeden konuşacağım… Anne olduğumda o kadar sevindim ki! Ne lohusa depresyonuna girdim, ne de kendimi kötü hissettim. Hatta ilk aylarda çok daha iyi hissettim çünkü hamile kalmadan önce uzun süre kendimde anne olabilecek potansiyeli görememiştim. Annelik yapabilecek miyim, ben çok çocuksuyum acaba birine bakabilecek miyim gibi mevzuları kafamda çok çevirmiştim. Benim hiç durmayan zihnim, orada da beni biraz yordu. Sonra anne olabildiğim için çok sevindim. Biriktirdiğim her şeyin bir anlamı oldu. ‘Aslı sen bugüne kadar kendin için şöyle şeyler yaptın, şunlarda kendini geliştirdin. İyi şeyler yapmaya çalıştın yanlışlar yaptın ama onlarla öğrendiğin her şeyin şu an bir anlamı oldu. Çünkü şu anda bunları aktarabileceğim biri var’ dedim kendime. Bu benim için çok değerliydi.
Çocuğunuz doğmadan önce nasıl bir anne olmayı planlıyordunuz? Planlar gerçekleşti mi?
Daha rahat olmayı planlıyordum. Galiba kontrolün daha çok elimde olacağını umuyordum. Ama kontrolün tamamen benim elimde olmadığını, kendi karakteri olan bir varlığa bağlı olduğunu, ona bakmak için benim ona uyumlanmam gerektiğini anladım. Kontrolü de biraz bırakmam gerektiğini idrak ettim. Çünkü hiçbir şey planladığın gibi olmuyor.
Annelerinin en zorlandığı konulardan biri zaman yönetimi… Siz bu konuda nasılsınız?
Ben önceliklendirme konusunda Güneş’i her zaman birinci sıraya alıyorum. Tabii ki her anne de böyle yapıyordur zaten. Bu beni çok ekstra bir anne yapmıyor. Ama kafamda şöyle bir sistem var; Güneş okuldan geldiği zaman 5 saati birlikte geçirmeye değil de, 15-20 dakika bile olsa onun benimle yapmak istediği bir şeyi yapmaya özen gösteriyorum. Onunla paylaşmak için gün içinde bir şey bulduysam, onu paylaşayım güzel ve kaliteli vakit geçirelim istiyorum. Bunu yaparsam içim rahatlıyor ve kendim için yapacağım şeyleri daha rahat yapıyorum.
Eğer bunu yapamazsam, o gün Güneş’e o bir şey katamamışım ya da yeterince ilgilenmemişim gibi hissedebiliyorum. Bu sefer de diğer yaptıklarımda huzursuz oluyorum. Bu yüzden önceliğim kaliteli vakit geçirmek. Fakat bunu her gün yapamadığım da oluyordur.
Bir örnek verir misiniz?
Bazen çok güzel kaliteli, ‘Bonus’ anlarımız oluyor. Mesela geçenlerde kitapta bir cümle okudum: ‘Gölgesinde serinlemeyeceğin ağaçlar dik’ yazıyordu. Bu cümle benim çok hoşuma ve gitti gün boyu bunu düşündüm. Kendime dedim ki, ne kadar güzel bir idrak. Sen faydalanma ve başkalarının faydalanmasından mutlu ol. Ama başkalarının faydalandığını da görmek zorunda değilsin. Güneş eve geldiğine “Bak sana bir şey söyleyeceğim şimdi. Ben bir şey okudum ve beni çok etkiledi. Sen ne anlayacaksın merak ediyorum,” dedim. Güneş 6 yaşında ve o biraz daha kolay anlasın diye cümleyi şu şekilde yeniden kurdum: “Gölgesini göremeyeceğin ya da meyvesini yiyemeyeceğim bir ağaç dik,” dedim. Sonra sordum ona “Sence burada ne demek istiyor?”
O da dedi ki “Anne başkaları yesin o zaman… İyilik için dikeceksin, değil mi?” dedi. İşte bu benim için kaliteli zaman. Hayatta beslendiğim şey.
Hesabınızı açarken bu kadar popüler olacağınızı tahmin ediyor muydunuz?
Sanırım popüler olmak için ya da çok takipçim olsun diye bu hesabı açsaydım olamazdım. Açarken benim yegâne motivasyonum iyi içerik üretmekti. ‘Ben bunları yaşıyorum ve bence başka insanlar da kesin bunları yaşıyordur. Paylaşırsam onlar da kendilerini iyi hissederler’ diyordum. Kendi halinde bu şekilde büyüdü hesap.
Dışarı çıktığınızda sizi tanıyıp tepki veren insanlar oluyor mu sokakta?
Çok oluyor. Oğlumla dışarı çıktığımda daha çok çocuk alanlarına gidiyoruz ve orada beni tanıyanlarla çok karşılaşıyoruz. Hatta annem benden daha çok gezdiği için onu daha çok tanıyan çıkıyor. Ona “Aysun Reis merhaba, çok seviyoruz seni. Bir fotoğraf çektirebilir miyiz?” diyenler oluyormuş. Hatta bazen ikimizi görüyorlar ve bana “Reis ile benim bir fotoğrafımızı çeker misiniz?” diye soruyorlar.
Yayınlanmış iki kitabınız var. Özellikle Çarşamba Çikolataları’nın ismi çok ilginç. Bu isim nereden çıktı biraz bahseder misiniz?
Ben çocukken yatılı okulda okudum. Yatılı okul biraz zorladığım bir dönemimdi. İyi tarafları da, zor tarafları da var. Çarşamba günleri aileler için ziyaret günleri vardı. Benim annem çalıştığından dedem gelirdi. Her gelişinde de bana çikolata getirirdi. O zamanlar çocuklarla kalite zaman geçirmek filan pek bilinmiyordu tabii. Dedemin kuşağından erkekler de duyguları ifade etmeye pek alışkın değildi. Dedem her geldiğinde derslerimi, benim iyi olup olmadığımı soruyordu. Ben de yanıt veriyordum. Fakat sevildiğini de duymak istiyorsun ya, dedem öyle bir şey söylemiyordu. Ben içimden “Ama bak, o da her çarşamba hiç unutmadan bana geliyor. Gelirken de çikolata getiriyor. Demek ki onlar da beni seviyorlar, beni özlüyorlar,” diyordum. Oradan anlıyordum sevildiğimi ve özlendiğimi. ‘Çarşamba Çikolataları’nın ismi buradan geliyor işte.
Eğitim için yatılı okumak hayatınızı nasıl etkiledi?
Babamı kaybettiğimiz için annem çalışmak durumunda kalmıştı. O işe gittiğinden bana anneannem bakıyordu. Annem ile bağımız biraz sarsılmıştı. Eğer annem ile bağımız daha farklı olsaydı, ben yatılı okulda daha rahat olurdum. Yatılı okulun kendisi ile değil ama kendi hikayem ile ilgili bir tanımlama yapmam gerekiyorsa; anne ile çocuk arasındaki bağ iyiyse, birbirlerine yeterince vakit ayırıyorlarsa, birbirlerini iyi anlıyorlarsa yatılı okul tramvatik olmuyor. Çünkü o zaman anneler avutuyor “Sen okuluna git, hafta sonu beraber oluruz” diyebiliyor. Annenin çocuğunu sakinleştirmesi ile yatılı okul daha kolay geçebiliyor.
Bunu söylüyorum ama burada benim tavrım kesinlikle ebeveyni suçlamak değil. Biz şu anda bunların hepsini biliyoruz, farkındayız ve bilincindeyiz. O zamanlar ebeveynler bunun farkında değillerdi. Hatta anneme “ Onu özlediğini söyleme. Sen onu özlediğini söylersen daha kötü hisseder. Daha çok özler,” gibi öğütler verilirmiş.
Ben de yapısal olarak çok duygusaldım ve annemin de duygularını bilmeye çok ihtiyaç duyan bir çocuktum. Kendimi çok tuhaf hissediyordum. “Ben annemi çok özlüyorum ama o beni hiç özlemiyor. O ne kadar güçlü ben ne kadar güçsüzüm,” gibi şeyler aklımdan geçiyordu. Aslında yatılı okulda zorlanmamın sebebi tamamen budur. Annem yanlış öğütlenmeseydi, “Gidiyorsun ama görüşeceğiz. Ben de seni çok özlüyorum,” deseydi kendimi o kadar yalnız hissettiğim bir süreç olmazdı. Dolasıyla hisleri saklamak değil, yaşayabilmek ve paylaşabilmek çocukların kalbine su serpiyor diye düşünüyorum.
Oğlunuzun alacağı eğitim için bir anne olarak kaygılarınız var mı?
Güneş birinci sınıfa başladı. Eğitim sistemi ile ilgili Güneş potansiyelini gerçekleştiremezse diye bir kaygım var. Biz aileler genellikle çocuklarının nelerle daha çok ilgili olduğunu gözlemliyoruz. Bu potansiyel okul tarafından desteklenirse o zaman eğitiminin iyi olacağını söyleyebilirim. Görmezden gelinirse sorgulanması gereken bir eğitim sistemi olur. Ama temel eğitim sistemine de karşı değilim. Sıkılsa da bazı derslere girmesi gerekecek. Diyelim ki, Güneş piyonada çok yetenekli ve çok seviyor ama matematikte sıkılıyor. O zaman ‘Matematik dersine girmesin,’ diyen bir anne de değilim. Hepsinden beslenmesi çok önemli. Fakat umarım yapmak istediklerini yapabileceğimi bir eğitim hayatı olur. Zaten annelere şu öneriliyor; çocuğunu şekillendirecek heykeltıraş olma. Onu yontmaya çalışma. Bahçıvan ol. Onu sadece sula ve gelişmesine fırsat ver. Ben de Güneş’i sularsam, en doğru meyveyi verir diye düşünüyorum.
Oğlunuzun okulunda farklı gelişen öğrenciler var mı?
Güneş’in okulunda hem otizmli hem de down sendromlu öğrenciler var. Bunun olması çok normal ve çocukların o farklı gelişen arkadaşlarına nasıl davranacaklarını öğrenmesi büyük bir gelişim bence. Güneş’in o arkadaşının durumunu fark edip “Bu arkadaşımın farklı bir durumu var. Ben onunla şunu yapmalıyım,” demesi onun ileride çok daha başka durumlarda da bilinç kazanmasını da sağlar.
Sınıfında özel gereksinimli çocuk istemeyen veliler bilmediği şeyden korkuyor bence. Bilinçli bir korku da değil bu. O veliler sınıfa davet edilip, diğer öğrencilerin farklı gelişen bir arkadaşlarından neler öğrenebileceği anlatılsa belki orada da farklı bir bilinç kazandırılması sağlanabilir. Bu alanı bilen kişilerin okullara gidip bunun korkulacak bir şeyler olmadığını anlatması çok önemli.
Teşekkürler… Tekrar kitaplarınıza dönersek, hem yazar hem de annesiniz. Çocuk kitaplarını nasıl buluyorsunuz?
İnternette herkes her şeyin uzmanı. Ben bir uzman değilim ama çocuk kitapları konusunda biraz iddialıyım. Türkçe çok sevdiğim kitaplar var. Yurt dışında en çok satan çocuk kitaplarından bile daha iyi yazarlarımız var. Güneş’e de çok okuyorum. Fakat çok kitap var. Onların içinden elemek zor oluyor.
Çocuk kitabı yazmak zordur çünkü bir şeyi kısa anlatmak çok zordur. Bunu ben kendi reklam yazarlık deneyimimden de bunu biliyorum. Einstein’ın bir lafı var ya “Bir şeyi 6 yaşındaki bir çocuğa anlatamıyorsanız, siz de anlamamışsınız demektir” diye… Bir şeyi 3-4 yaşında bir çocuğa anlatmak, onun kelime haznesine göre yazmak hiç kolay değil.
Farklılıklara saygı kavramı sizce çocuk kitapları aracılığı ile öğretilebilir mi?
Öğretilebilir. Mesela Güneş ile çok sevdiğimiz ‘Tuhaf Kuş’ isimli bir kitap var. Kuşların olduğu bir okulda, sınıfa yeni bir kuş öğrenci geliyor. Ama diğerlerinden biraz farklı çünkü her şeyi ters söylüyor. Bu yüzden de Tuhaf Kuş olarak adlandırılıyor. Diğerlerinin onu arasına alma konusu işleniyor. Böyle pek çok kitap var.
Güneş ile biz engelli arkadaşların, otizmli arkadaşların olduğu kitapları çok okuduk. Biz yeni jenerasyon anneler olarak pek çok şeyi çocuklarımıza kitaplar üzerinden öğretiyoruz. Benim oğluma en fazla aldığım şey kitaptır. Umarım o da bu bilinçlere bu farkındalıklara kitap ile varacaktır.
Sizin özel gereksinimli bir birey ile yolunuz kesişti mi hiç?
Zihinsel olarak farklı gelişen bir tanıdığımız vardı. Annesi onu terk etmişti ve babası bakıyordu. Babasından hiç ayrılmıyordu. Babası için çok zor olduğunu hatırlıyorum. Hem kendi işini sürdürmesi hem çocuğuna bakması kolay olmuyordu.
Sizin o özel gereksinimli birey ile bire bir paylaşımınız olmuş muydu?
Olmuştu. Ben de o zamanlar çocuktum ve onu her gördüğümden nasılsın diye sorarak sohbet açmaya çalışırdım. İlgilenmeye çalışıyordum ama derine inemiyordum. Onu anlayamadığımı hissediyordum. Onun için bir şey yapmak istiyordum ama birlikte neler yapabileceğimizi bilmiyordum. O da iletişime çok kapalıydı. Bazen çok agresif olabiliyordu.
Bana “Aslı sen 15-20 dakika onun yanında dur. Biz bir yere gidip geleceğiz,” dediklerinde tedirgin oluyordum. Ya bir şeyi yanlış yaparsam, diye korkuyordum. Ya kaçarsa, ya kaybedersem diye tedirginlik duyuyordum. Şimdi bu konuda konuşurken de yanlış bir şey söylemekten korkuyorum. Bu da insanda bir kaygı oluşturuyor. Bu da belki bir şeyler yapmak isteyenleri durduruyor. Bizlerin daha çok yönlendirilmeye ve bilgilendirilmeye ihtiyacımız var.
Tüm farklı gelişen bireylerin de tek tipmiş gibi düşünüldüğü bir yönlendirmeden bahsetmiyorum. Ama en azından iletişim konusunda uzmanların desteği doğru bir yol olabilir.