DEPRESYON BİR ZAYIFLIK DEĞİLDİR
DEPRESYON BİR ZAYIFLIK DEĞİLDİR
Depresyona girdiğimizi ne zaman anlayabiliriz? Depresyonun ipuçları ve belirtileri nelerdir? Üzgün ve yorgun olmak ile depresyonda olmak arasındaki fark nedir? Acıbadem Hastanesi’nden Psikiyatrist Doç. Dr. Burcu YAVUZ ile konuştuk.
Kendimizi yorgun ya da mutsuz sanırken aslında depresyonda olabilir miyiz?
Yorgunluk, enerji azlığı, mutsuz, üzüntülü hissetme majör depresyon belirtileri arasında yer alır ancak sadece bu iki belirti depresyon tanısı koymak için yeterli değildir. Bu belirtiler normalde hepimizin zaman zaman yaşayacağı belirtilerdir. Depresyon tanısı koyabilmek için tanı kılavuzlarında yer alan belirtilerin bir arada oluşu, süreğen olması (en az iki hafta boyunca, hemen hemen her gün gün boyu sürmesi), günlük yaşamı, mesleki ve sosyal işlevselliği etkileyecek, belirgin sıkıntı verecek yoğunlukta olması gerekir.
Depresyonun en ayırt edici belirtileri nelerdir?
Depresyonu anlayabilmek için depresyon ne değildir sorusuna cevap vererek başlayabiliriz. Gün içinde yaşamın bize sunduklarına göre duygusal tepkiler verebiliriz. Neşe, çoşku, öfke gibi üzüntü de zaman zaman hissedilebilir. Depresyon normal bir üzüntü hali değildir. Gelip geçici bir umutsuzluk hali değildir. Depresyon bir zayıflık değildir. Bir ruhsal hastalıktır. Depresyon en az iki hafta boyunca günlerin çoğunda gün boyu süren şekilde kişinin çökkün hissetmesi ve/veya keyif almasının, isteğinin azalması halidir. Kişi üzgün, keyifsiz, isteksiz hissetmekle birilikte yoğun bir çaresizlik, karamsarlık, değersizlik hisleri de yaşar. Suçluluk, ölüm düşünceleri eşlik edebilir. Depresyon bedeni ve zihinsel süreçleri de etkiler. Yorgunluk, enerji azlığı, iştah ve uyku değişiklikleri görülür. Dikkat dağınıklığı, karar vermede güçlük yaşanabilir. Hareketlerde yavaşlama veya ajitasyon görülebilir. Tanı koyabilmek için belirtilerin varlığının yanı sıra bu belirtilerin süresi ve şiddeti de önemlidir. Kişinin yaşamının önemli alanlarından bir ya da birkaçını örneğin iş yaşantısı, sosyal ilişkiler, kendine bakım gibi alanları etkileyen yeti yitimine sebep olan bir durumdur.
Sanat üzerinden de depresyonu anlayabiliriz. Lars von Trier’in Melankoli filmi depresyonun nasıl zorlayıcı, bunaltıcı, yıkıcı bir durum olduğunu en iyi anlatan filmlerden biri. Aynı şekilde Türkçe’ye Yaşamın Kıyısında olarak çevrilen Manchester by the Sea filmi de depresyonu beyaz perdeye yansıtan filmlerden biridir. Depresyondaki kişiler tıpkı Türkçe’ye çevrilmiş ismindeki gibi yaşamın içinde olmaktan çok kıyısındadırlar. Depresyondaki bireyin rutin işleri sürdürmesi, sorumlulukları yerine getirmesi, sosyal yaşam içinde olması, kendine bakımı bile bir yük haline gelebilir. Vincent van Gogh’un Üzgün Yaşlı Adam resmi, duyguların sanatta dışavurumuna en iyi örnekleri veren ressamlardan biri Norveçli ressam Edvard Munch’un Melankoli resmi de depresyonun bir portresi olarak gösterilebilir.
Araştırmalara göre otizmli birey ebeveynlerinin tükenmişlik sendromu yaşama riski daha yüksek. En anlaşılır haliyle nedir bu tükenmişlik sendromu?
Tükenmişlik sendromu ilk kez 1974 yılında psikolog Herbert Freudenberger tarafından başarısızlık, yıpranmışlık, güç ve enerji düzeyinin azalması, tatmin edilmez isteklerin oluşması sonucunda bireyin içsel kaynaklarında oluşan tükenmişlik durumu olarak tanımlanmıştır. Amerikalı Psikolog Christina Maslach tarafından “İş yaşantısı gereği yoğun duygusal taleplere maruz kalan ve devamlı olarak insanlarla yüz yüze olan bireylerde görülen fiziksel bitkinlik, uzun süren yorgunluk, çaresizlik ve umutsuzluk duygularının, yapılan işe, hayata ve diğer insanlara karşı olumsuz tutumlarla yansıması ile oluşan bir sendrom” olarak tanımlanmıştır. Tükenmişlik sendromu, henüz psikiyatrik hastalıkların sınıflandırılmasında kullanılan kılavuzda bir tanı olarak yer almıyor. Ancak Dünya Sağlık Örgütü tarafından geliştirilen Uluslararası Hastalık Sınıflandırmasının son güncellemesinde “başarılı bir şekilde yönetilemeyen kronik işyeri stresinden kaynaklanan bir sendrom” olarak yer alıyor. Dar anlamda tükenmişlik uzun süreli mesleki aşırı yüklenmedir. Daha geniş anlamda ise mesleki ve özel durumlara bağlı yaşanılan yoğun stres, örneğin ailesel stres (hasta bireye bakım verme) nedeniyle fiziksel duygusal tükenmedir. Tükenmişlik sendromunun en dikkat çekici belirtisi bitkinlik, yorgunluk, fiziksel ve duygusal olarak tükenmiş hissetmedir. Çoğu zaman bunalmış hissetme, çevreye karşı tahammülsüzlük, kolay sinirlenme, sosyal ortamdan uzaklaşma, unutkanlık, dalgınlık, başarısızlık hissi, baş ağrısı, sırt bacak ağrıları gibi vücudun farklı bölgelerinde yoğun ağrılar, uyku ve iştah düzeninde değişiklikler görülebilir.
Zaman zaman tükenmişliğe kapılmak normal midir?
Evet, yaşam içinde zaman zaman yüklerimiz artabilir ve kendimizi bitkin, yorgun hissedebiliriz, uzaklaşma, mola verme ihtiyacı duyabiliriz. Hafif düzeyde belirtileri fark ettiğimizde kendimize dönüp “neye ihtiyacım var ?” sorusunu sorup davranışsal yöntemlerle şiddetlenmesini önleyebiliriz. Düzenli uyumak, dengeli beslenmek, egzersize zaman ayırmak, meditasyon, yoga, mindfulness gibi beden zihin çalışmalarını yaşamımıza dahil etmek faydalı olabilir.
Bir de anksiyete var… Anksiyeteyi de biraz açabilir misiniz?
Anksiyete ya da bunaltıyı kişi sanki kötü bir şey olacakmış gibi içinde nedeni belirsiz bir sıkıntı, endişe duygusu olarak algılar. Çok hafif tedirginlik ve gerginlik duygusundan, panik derecesine varan değişik yoğunluklarda olabilir. Anksiyete koruma ve uyum sağlayıcı işlevi olan bir duygudur. Zaman zaman yaşamın bize sundukları karşısında kaygılanabiliriz (Örneğin hasta yakının sağlığı ya da maddi durumumuz hakkında kaygılanabiliriz), bu normal bir tepkidir. Ancak çok yoğunlaşması günlerce tüm gün bunu hissetmek, işlevselliğimizi bozacak, bizi engelleyecek düzeyde olması halinde hastalık halini alıyor.
Anksiyete, depresyon ve tükenmişlik sendromu… Bu üçünü birbirinden nasıl ayırabiliriz?
Tükenmişlik hisseden her bireye depresyondadır diyemeyiz. Ancak tükenmişlik depresyon ve anksiyete bozukluğu riskini arttıran bir durumdur. Depresyon ve tükenmişlik sendromunun yorgunluk, bitkinlik, ağrı gibi bedensel belirtiler, uyku ve iştah düzensizlikleri, düşük özgüven, dikkat sorunları gibi ortak belirtileri vardır. Ancak majör depresyonda umutsuzluk, karamsarlık, kendini suçlama, ölüm düşünceleri vardır. Tükenmişlik sendromunun temelinde mesleki veya özel duruma bağlı uzamış stres varken depresyonda olumsuz duygu ve düşünceler yaşamın tüm alanlarıyla ilgili olabilir. Depresyonda kişinin kendi, çevre, dünya ve gelecekle ilgili olumsuz duygu ve düşünceleri vardır. Tükenmişlik, depresyon anksiyete tek başına görülebileceği gibi içi içe de geçebilen durumlardır. Birbirini tetikleyebilir ve birlikte de görülebilirler.
Özel çocuk anneleri, çocuklarına çok yoğun emek ve zaman ayırdıkları için bazen kendilerini ihmal edebiliyorlar. Depresyon belirtilerini görmezden geliyorlar. Peki, depresyonda olmamız sadece bizim yaşam kalitemizi mi etkiler?
Yakın zamanda Avusturalya’da yapılan bir gözden geçirme çalışmasında özel bakıma ihtiyaç duyan çocukların ebeveynlerinde depresyon ve anksiyete bozukluğu en sık görülen ruhsal hastalıklar olarak bildirilmiştir. Farklı ülkelerde yapılan çalışmalarda da, tek ebeveyn olmak, bakım verme süresi, çalışmıyor olmak, sosyal desteğin zayıf olması, hastalık belirtilerinin şiddeti, damgalanma gibi faktörlerin bakım verenin yükünü arttırdığı ve ebeveynlerde tükenmişlik, depresyon ve anksiyete belirtilerini tetiklediği gösterilmiştir. Bu belirtileri yok saymak sorumlulukları yerine getirmede zorlanma, kişilerarası ilişkilerde gerginlik, kendi içine kapanma, sosyal izolasyon gibi yaşam kalitesini etkileyen durumları tetikleyebilir. Bu sadece kişiyi değil çevresini de etkilemeye başlar. Özellikle özel çocuğa verilen eğitimden sonuç alınması ebeveyn ve çocuk arasındaki duygusal bağın kalitesi ile de ilişkilidir. Alınganlık, tahammülsüzlük, gerginlik ev içi çatışmalara yol açabilir. Kişinin yaşadığı duygusal yük ötekini de etkileyen bir durum haline gelir.
Depresyonun çevremizle, sevdiklerimizle ilişkimize ne gibi olumsuz etkileri olabilir?
Evlilik, duygusal ilişkiler, kişiler arası ilişkilerde gerginlik, tahammülsüzlük, çatışmalar yaşanabilir. Öfke, suçlama, yargılama ilişkilerde uzaklaşmaya ve sosyal geri çekilmeye neden olabilir.
Bir annenin ya da babanın depresyonda olması çocuğu ile ilişkisini nasıl etkiler? Sabır, öfke, paylaşımın kalitesi açısından riskler nelerdir?
Aile yolunda gitmeyen bir şeyler olduğundan şüphelenmeye başladığında sıklıkla bilgi için ilk başvurulan yer internet oluyor. Bu da çoğu kez kafa karıştırıcı ve yanıltıcı olabilir. Bunu takiben bir uzman görüşüne başvurulup tanı ilk kez duyulduğunda ne kadar şüphelenilmiş olsa da duygusal yoğunluk, kabullenmede zorluk yaşanabilir. Tanıyı kabullenme, belirsizlikten doğan kaygılara yönelik bilgi alma, yaşamı yeniden düzenleme, karşılaşılacak zorluklara yönelik strateji belirleme, iyi bir rehberlik danışmanlık sunulması bu süreçte önemli adımlardır. Kişinin bakım süreci içinde kendi ihtiyaçlarını unutmaması olumsuz duyguların yoğunlaşmasını ve sabırsızlık, öfkeden doğabilecek çocuğa karşı olumsuz tutumların gelişmesini engelleyebilir.
Bazen insanlar depresyonda olduklarına karar vererek kendi kendilerine antidepresan ilaçlara başlayabiliyorlar. Bir uzmana danışmadan bu ilaçlara başlamanın ne gibi riskleri var?
Öncelikle yorgun, bitkin, sıkıntılı hissettiğimizde bu bir depresyon mu bunun cevabını bulmak gerekir. Bunun için de uzman görüşü önemlidir. Depresyon çoğu zaman da tek başına bulunmayabilir. Başka ruhsal hastalıklarla da birlikteliği çok sık olan bir hastalıktır. Bu ek tanı durumlarına göre de tedavi değişebilir. Şu anki klinik tablo depresyon olsa da belki kişi de geçmiş öyküsünde depresyonun tam tersi duygudurum atakları (mani/hipomani gibi) olabilir ki o zaman tek başına antidepresan kullanımı riskli olabilir. Bu yüzden her zaman bir uzmana danışılıp tedavi başlanması ve başlandıktan sonra da tedavinin takibi önemlidir.
Antidepresanlara başlamada ve bırakmada özellikle dikkat edilmesi gerekenler neler?
İlaç tedavisine başlarken ilk haftalar yan etkiler olabilir. Bu yüzden ilaca düşük dozlarda başlayıp öncelikle ilaca uyumu gözlemliyoruz. Bu aşamada hemen etki beklemiyoruz. Bu yüzden ilaca başladım bir iki gün içinde iyi olacağım gibi bir beklenti içinde olmamak gerekir. Bir de bizi etkileyen belirtiler ortadan kalktıktan sonra hemen ilacı kesmiyoruz. Belirtilerin tekrarlamaması için 6-9 ay sürdürüm tedavisi oluyor. İlacı bir anda bırakmamak önemli. Yavaş yavaş doz azaltarak kesiyoruz ki sersemlik, baş dönmesi, baş ağrısı gibi yoksunluk belirtileri hastayı çok fazla etkilemesin.
Son olarak buradan otizmli çocuğu olan ailelerimize ne söylemek istersiniz?
Kendilerine yeterli miktarda vakit ayırmaları önemli. Yeterli miktarda dinlenmek, uyku düzenine gereken hassasiyeti göstermek ve dengeli beslenmek de iyi hissediş açısından faydalı olmaktadır.
Düzenli olarak spor yapmak da mutluluk hissi veren hormonların kandaki düzeylerinin yükselmesini sağlar.
Kendi ihtiyaçlarını unutmamaları gerekir. Kendini tüketircesine aşırı fedakarlıklar, yardım talebinde bulunmamak hem bakım veren hem de öteki için durumu zorlaştırır. Kendi limitlerimizin farkında olmak önemli. Yorulduğumuzu hissettiğimizde mola verebilmek gerekir.
Bakım verenlerin birbirlerini yargılamadan, suçlamadan, bir takım olarak hareket edebilmeleri, paylaşım içinde olabilmeleri önemli. Olumsuz duyguların yoğunlaştığını farkettiklerinde uzmana danışmak yararlı olacaktır.
Kaynaklar
- Kutuk, MO., Evren AE., Kilıicaslan F. et al. High Depression Symptoms and Burnout Levels Among Parents of Children with Autism Spectrum Disorders: A Multi-Center, Cross-Sectional, Case-Control Study. J Autism Dev Disorder. 2021, Nov;51(11):4086-4099.
- Alnazly, E. K., & Abojedi, A. (2019). Psychological distress and perceived burden in caregivers of persons with autism spectrum disorder. Perspectives Psychiatric Care, 55(3), 501–508
- Schnabel, A., Youssef, G. J., Hallford, D. J., Hartley, E. J., McGillivray, J. A., Stewart, M., et al. (2020). Psychopathology in parents of children with autism spectrum disorder: A systematic review and meta-analysis of prevalence. Autism, 24(1), 26–40
4.Karacasu, G. (2019).Çocuklarında Otizm Spektrum Bozukluğu olan ebeveynlerin tükenmişlik düzeyi ve anksiyete ile baş etme tutumları arasındaki ilişki (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). Yakın Doğu Üniversitesi, Sosyal Bilimleri Enstitüsü, Lefkoşa.
- www.psikiyatri.org.tr
- Öztürk MO, Uluşahin A. (2015) Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. 13. Basım Hek. Birl. Yay. Ankara
- How To Prevent Burnout as a Parent or Caregiver of a Child on the Autism Spectrum. April 8, 2022/in Autism Therapy, Tips & Tricks/by Behavior TLC