YETİŞKİNLİKTE OTİZM
Otizm tanısını yetişkinlikte alanlar hangi sorunları yaşıyor? OSB’de anksiyete ne sıklıkla görülüyor? Otizm ile karıştırılan diğer tanılar neler? Hepsini ve daha fazlasını Psikiyatrist Prof. Dr. Cem ATBAŞOĞLU ile konuştuk.
Prof. Dr. Cem ATBAŞOĞLU
Hep otizmli çocuklar diyoruz. Yetişkinlikte otizm neden az biliniyor?
Bunun birinci sebebi, otizmin çocuk psikiyatristlerince tanımlanmış olmasıdır. İlk takip edilen vakalarda, iki prototip daha çok aranmıştır. Bunlardan biri, sosyal temastan kaçınma, aynılık arayışı, yineleyen davranışlar ile dikkat çekenlerdir. Tuhaflığı belirgin olan, sözel lisan edinemeyen veya zor edinenler… Bir kısmında tabloyu şiddetlendiren, beraberinde zeka geriliği de olmasıdır. Görür görmez tanınabilinecek olan bir tablo. Kanner’in ilk tanımladığı çocuklar arasında böyle olanlar vardı.
Bir de Asperger’in ilk tanımladıklarına benzeyen, uzun süre Asperger sendromu diye adlandırılmış olanlar var. Konuşmada, yani sözel iletişimde ciddi bir sorunu olmayan, zekası çoğunlukla yeterli, ama sosyal ilişkide karşıdakini anlama ve kendisini ifade etmede daha temel bir zorluğu olanlar. Bu prototipte de katılık, yineleyici davranışlar, sosyal iletişimdeki zorlanma şiddetlidir. Tanı koymak için bu ölçüde bir tuhaflığın hemen anlaşılacak kadar belirgin olması bekleniyor.
Yetişkinlikte otizmin az bilinmesi, işte bu şiddetli, en uç vakaların zihinlerde yer etmesinden. Daha hafif belirtiler varsa, bunlar kişinin kendisine rahatsızlık verse de dikkat çekmiyor. Çocuklukta ise, damgalanır kaygısıyla tanı ertelenebiliyor, sonra da otizm ayırıcı tanıdan tamamen çıkıyor. Bir de şu var: Yüksek işlevli otizmliler, yani zeka kusuru olmayanlar, normal, tipik sayılanı daha kolay öğrenip taklit etmeye alışabiliyorlar. Kendileri sıkıntı çekseler de bunun klinik görünümü klasik otizm belirtileri değil, depresyon, anksiyete bozuklukları vb. oluyor.
Buna “otizm bir çocukluk tanısıdır” ezberi de eklendiğinde, yetişkinlerde sadece yüzeyde görülen başka belirtilere dayanarak tanı konuyor. Gelişimsel olmayan tanılar bunlar; otizmin üzerini daha da kapatıyorlar.
Yetişkin otizmini az bilmek nasıl sorunlarına yol açıyor?
Yetişkin psikiyatrisinde daha iyi tanınan, daha az şüphe edilen bazı tanılar var, demin söylediğim gibi. Depresyon, anksiyete bozuklukları, şizofreni, bipolar bozukluk vb. Yetişkinlikte otizmin görünümü bunlardakine benzer semptomlar olabiliyor. Bazen de otizm spektrumuna bu gelişimsel olmayan tanılar zaten ekleniyor, mesela otizm spektrumu psikozla veya bir anksiyete bozukluğuyla birlikte mevcut olabiliyor.
Anksiyete zaten OSB’de o kadar sık mevcuttur ki… Çok iyi bir destek sistemi ve müdahale yoksa, otizm spektrumunda olan hemen herkeste anksiyete çeşitli biçimlerde ortaya çıkar.
Bir de kısa süreli psikozlar var. Otizm spektrumunda duyumlarda, algılamada atipik özellikler düşüncedeki katılıkla ve kendine özgü anlam atfetme eğilimiyle birleşiyor ve o zaman psikoz yaşantıları ortaya çıkıyor. . Bunlar sosyal işlevlerdeki eksiklikle birlikteyse, bir de gelişim hikayesi iyi bilinmezse, bu tablonun şizofreniden ayrımı kolay olmaz. O zaman fazladan bir şizofreni tanısı ekleniyor ve kişi yaşam boyu şizofreni hastası olarak tedavi ediliyor.
Otizm spektrumu için hiçbir şekilde düzeltilemez gibi yanlış bir algı var. Oysa öncelikli olan normalleştirmek, atipik olan her özelliği değiştirmek değil, kişinin esenliğidir bir kere. Yüksek işlevli otizmi olan kişilerle çalışırken, belirtileri kendilerinin tanımasının mümkün olduğunu görüyorum. Uzun süreli psikoterapi olanağı varsa, kişinin yaşam boyunca kişinin kendisine en uygun olanı birlikte belirlemek mümkün. Zihin kuramındaki kusurlar azalıyor, yani sosyal iletişimde olup biteni kavrama, başkalarının ne düşündüğünü ne hissettiğini anlama, doğru anlama kapasitesi gelişebiliyor.
Özetle diyebiliriz ki, otizm spektrumunun tanınmaması, teşhisinin konmaması, o kişinin hem ihtiyacına uygun müdahaleden yoksun kalmasıyla sonuçlanabilir hem fazladan konan tanılarla uzun süre gereksiz tedavilere maruz kalmasıyla.
Şunu da ekleyeyim: Bugün mevcut olan laboratuar yöntemleriyle otizm vakalarının %15-20 kadarında bundan sorumlu olan veya ilişkisi kuvvetle muhtemel olan genetik farklılıklar saptanabilir durumda. Bunların bir kısmı da, başka tıp dallarınca daha önce tanımlanmış genetik sendromlar. Bir de şu var: Bazı otizm vakaları genel tıbbi hastalıkların bir bileşenidir veya bunlarla birlikte sık ortaya çıkar. Yani otizmi olan birinin ele alımı genel tıbbi bir değerlendirme gerektirir. Otizmi tanımazsak, bunların da farkına varma ihtimalimiz düşer. O zaman her bir belirti kümesini başka dallar, birbirleriyle hiç temas kurmadan ele alır ve bütüncül bir yaklaşım mümkün olmaz. Yakın zamanda birçok çalışma, otizm spektrumunda genel sağlık hizmetlerinden faydalanma oranının düşük olduğunu gösterdi. Buna yüksek işlevli olanlar da dahil. Bu nedenle hekimlerin otizm tanısı koyunca bazı başka tıbbi sorunları tahmin edip sormaları gerekli. Başta bağışıklık sistemiyle ilgili, romatizmal, endokrin hastalıklar, kas iskelet sistemi ve özellikle kadınlarda üreme sistemiyle ilgili belirtiler geliyor. Otizmi tanımazsak bunlar da uzun süre fark edilmeden kalabilir.
OSB’nin güncel tanımı nedir?
Bir belirti kümesi, sosyal etkileşim, iletişim ve ilişkideki güçlükler. Etkileşim, interaksiyon anlamında. Karşılıklılık. Başkasına, dış dünyaya yönelme, ilgi duyma. Dikkatini, ilgisini, karşısındaki kişiyle ortaklaştırma, paylaşma hevesi veya onun ilgilendiği neyse onunla ilgilenmek. Bizim şu anda bu röportajda sizinle yaptığımız gibi. Ötekinin ilgisinin azaldığının farkına varabilmek de buna dahil mesela. Otizmin en uç, ağır formalarında, hastanın başkasıyla hiç ilgilenmediği de oluyor. Yalnız şu önemli: Herkeste hep aynı düzeyde değil bu ilgi eksikliği. Kişiye, ortama göre veya zamanla artıp azalabilir.
İletişimde, yani komünikasyonda güçlükler var. Başkalarını, başka insanları veya çevresinde olup biteni anlamada ve kendini ifade etmede güçlük. Zihin kuramı becerisiyle ilgili en çok. Zihin kuramı becerisi, başkasının düşüncesini, davranışını anlamlandırmaya hem eğilim göstermek hem de bunu doğru yapabilmek demek. Doğru dediğim, tahmininde isabetli olmak. “Şimdi ne düşündü, bunu neden böyle söyledi, yüzündeki ifade ne anlama geliyor?” Hatta başka kişilerin kendi aralarındaki iletişimi anlamak. “Birbirlerine neden böyle davranıyorlar, ne demek istediler?”, bunun gibi.
Bütün bunlar, sosyal ilişkilerde bir yabancılık duygusuna, anlatamamaya, anlaşılamamaya, bazen dışlanmaya sebep oluyor. Kendi dünyasına kapalı, dışarıyla ilişkisi az veya pasif olarak katılan kişiler görebiliyoruz.
Bir de aktif fakat tuhaf olanlar var. Lorna Wing’in çocuklarda yaptığı bir sınıflandırma var, çok iyidir. Bir, tamamen uzak ve soğuk olanlar. Siz ilişki kurmaya gayret gösterseniz bile karşılık alma ihtimaliniz daha düşüktür. Bir de ilişki kurulduğunda karşılık veren ama sonra tekrar kendi dünyasına çekilenler var. Mesela oyunda daha pasif oluyor. Arkadaşı şoför oluyorsa, o kamyon oluyor. Doktorculuk oynanıyorsa, hasta oluyor. Evcilik oynanıyorsa, anne değil bebek. Yetişkinlik hayatında böyle devam ediyor. Davet edilirse katılan ama kendisi inisiyatif almayanlar. Üçüncü bir grup, aktif ama tuhaf olanlar. İlişki kurmaya çalışan ama nasıl davranacağını bilmeyen, bu nedenle yadırgananlar. Sadece kendi ilgisi doğrultusunda ilişki kurduğu için bu kişiler, etrafındaki insanlara çekici gelmemeye başlıyor, hatta rahatsız edici olabiliyor. Kendi ilgilendiği konuyu uzun uzun anlatıp ilginin sürmesini isteyebiliyor. Dışlanma ile beraber bir kısır döngü ortaya çıkıyor.
Otizmin güncel tanımında ikinci bir belirti kümesi var; daha çeşitli bu belirtiler.
Biri, davranışı yineleme eğilimi. Bunun aralığı çok geniş. Zekaya da bağlı. Basit hareketlerin tekrarı da bunlardan biri, alışkanlıklarından vazgeçmek istememek, davranışta esneklik göstermemek de. Sallanarak kendini yatıştırmaya çalışan çocuktan, düzeni değiştiğinde çok rahatsız olan yetişkinlere kadar.
Kanner’in “aynılık arayışı” dediği belirti bununla bağlantılı. Aşinalık arayışı, nesneleri, kişileri, mekanları aşırı ölçüde benimseme, değişikliğe tahammülsüzlük…
Diğer bir belirti, kendine özgü ilgi alanlarına yönelme ve bunun yoğunluğu. Yaşamı işgal etmesi. Özel ilgi alanlarının tuhaf konular olması şart değil. Mesela belli bir alana yoğunlukla yönelen, sosyal hayattan kopma pahasına bununla uğraşan bazı otizmli kişiler, bunu başarıya çevirebiliyor. Bunun altını çizmek istiyorum. Kısıtlı ilgi alanları eğer kişiye doyum sağlıyorsa, hatta başarı getiriyorsa, avantaj olabilir. Bu belirtinin tanımında asıl olan, ilgi alanına yönelmenin dış dünyadan, sosyal ilişkilerden uzaklaşma pahasına sürmesi.
Bir de duyusal hassasiyet var. Duyusal hassasiyeti de aynı grupta, ikinci küme içinde ele alıyoruz. Hassasiyet dediğim, kolayca rahatsızlık duymak da olabilir (yüksek sesten, mizofonideki gibi belli seslerden, kokular ya da başka bir şeyden çok rahatsızlık duyma vb.) ya da kimi zaman algıdaki keskinlik, görsel ya da işitsel becerilerde yükseklik anlamına da gelebilir. Bu kişiyi müzisyen, ressam ya da sanat eleştirmeni de yapabilir, rahatsızlıklarından ötürü kavgacı biri haline de getirebilir. Çevrenin rolü, destek ve denetimin dengesi önemli rol oynuyor.
Otizmliler konuşma gecikmesinin yanı sıra konuşurken kendini ifade etmede de sorun yaşayabiliyorlar. Bu neden kaynaklanıyor?
Bu iletişim bozukluğu; sosyal ipuçları, sözel ya da sözel olmayan anlaşma işaretleri konusundaki genel bilgilerinin eksikliğinden, yani öğrenememiş olmaktan kaynaklanabilir. Yani sözel ifadedeki eksiklik veya atipiklik, zihin kuramı becerilerinde kusur dediğim belirtinin bir görünümüdür çoğunlukla. Sözel olmayan ifadeleri, jestleri, mimikleri anlamamak gibi, sözle anlatılanı da bağlama oturtamamak, ima edileni fark edememek, hatta bazen mesela bir filmin kurgusunu akışını anlamamak. “Şimdi neden böyle oldu?” Asıl sorun lisan edinmede değil. Konuşamama, sözel lisan güçlüğü, başlı başına bir otizm belirtisi değil gerçekte. Birlikte sık rastlanıyor, doğru, ama hiç konuşamayan veya çok geç lisan edinen otizmlilerin çoğu beraberinde zihinsel bir gelişim geriliği olduğu için böyle. Aslolan, lisanı sosyal bağlamda anlama ve kullanma güçlüğü. Buna pragmatik lisan kusuru diyoruz. Yani başlı başına lisan yetersizliği değil, bunu işe yarar biçimde kullanma kusuru. Buna iyi bir delil, birçok lisan bilen otizmlilerdir. Bunun gibi, iyi bildiği konuda gayet akıcı konuşabilen hatta o zaman karşılıklı etkileşimi de daha iyi olan birçok akademik dahi var. Altını çizelim: Söz ettiğimiz belirti konuşamama değildir. Sözel lisanı işe yarar biçimde, sosyal bağlama uygun biçimde kullanmada çoğu zaman güçlük çekmedir.
Öfke nöbeti, tepesi atma, bozulma dediğimiz bir “meltdown” durumu var otizmde. Siz bunu nasıl tanımlıyorsunuz?
“Tepesi atmak” ifadesi bana pek uygun gelmiyor. Çünkü tepesini attıracak durumun gerçekten var olduğu imasını taşıyor. Oysa buna neden olan durum, başka kişileri rahatsız etmeyecek duyusal uyaranlar, beklenmedik değişiklikler, yenilikler ve bunların ortaya çıkardığı öznel yaşantı. Ben temper tantum’dan (tutturma) ayırmak için “bozulma” demek zorunda kaldım, ama üzerine daha fazla düşünmek lazım. Meltdown’ın, o andaki rahatsızlığın şiddetini “bozulma” bile tam karşılamıyor. Tahammül edilmesi güç bir rahatsızlık ve ajitasyon.
Meltdown’a ne neden oluyor?
Birincisi duyusal hassasiyetlerin olması ve rahatsızlığın tahammül edilmez hale gelmesi. Çocuklarda özellikle, en çok böyle ortaya çıkıyor.
İkincisi, yetişkinlerde görülen bir durum. Şöyle: Duyusal uyaranlara hassas oldukları ve sosyal ilişkide zorlandıkları halde sakınımlı davranıp nezaketi bozmayan, ama böyle yaparken daha çok çaba gösterdikleri için yorulan bazı otizmliler var. Onlarda da uzun süre tahammül çabası, öfkenin kontrol edilememesine yol açıyor. Çocuklardaki meltdown’a benzer bir durum, kanımca.
Son olarak yetişkinlerde post tramvatik stres ile karşılaşma ihtimalimiz çok yüksek. Çünkü OSB’lilerin çocuklukta ya da ergenlikte kötülük görmüş, zorbalığa maruz kalmış olmalarının ipuçlarını bazen yetişkinlik hayatlarında görüyoruz. Bunun bir bileşeni olan flashback’ler, travmatik yaşantının tekrar tekrar hatırlanması, kişinin zihnine dalması, çok rahatsız edici.
Yıllarca bunları aklından atamayan ve çok rahatsızlık duyan OSB’liler var. Eski travmaları hatırlayarak o hatırlamalarla rahatsız olan otizmlilerin yaşantıları, tipik gelişmiş kişilerdeki posttravmatik stresten farklı değil. Tahammül gücü daha düşük üstelik.
Çok haklısınız. Liseyi bitiren ama okulda yaşadıkları akran zorbalığı ve kötü anılar yüzünden üniversiteye gitmek istemeyen otizmliler tanıdım. “Okulda yaşadıklarımı unutamıyordum,” diyorlar…
Posttramvatik stres denecek kadar şiddetli olabiliyor bu. Yalnız meltdown’un bunun tam karşılığı olduğunu iddia edemem. Meltdown daha çok, mesela okul yolu değiştiği zaman şiddetli bir huzursuzluğa kapılan çocuğun ıstırabı gibi bir durum.
Otizmli kişinin ailesi meltdown’un tetikleyicilerini nasıl öngörebilir? Buna nasıl çözüm üretebilir?
Tetikleyen nelerse onları tanımak. Bu tür durumlardan uzak tutabilmek için elinden geleni yapan kişiler, çoğunlukla ana baba, yetişkinlerin eşleri… Otizmli birçok kişi zamanla bunu kendisi de öğrenebiliyor. Metroya binerken mutlaka kulaklıklarnı takıyor mesela veya arkadaşları belli bir eğlence yerine gideceği zaman “Beni affedin, ben buraya gelmek istemiyorum,” diyebiliyor. Ne güzel. Benim hastalarım arasında etrafına bunu açıklayanlar var. “Sese hassasiyetim olduğu için gelmek istemiyorum,” diyorlar açıkça.
Fakat yetişkin OSB’liler nelerden rahatsız olduğunu fark etmiyor da olabilir. Psikoterapinin başlıca bileşenlerinden biri, kişinin neden rahatsız olduğunu anlamasının yolunu açmaktır. Şöyle diyebilsin diye: “Meğerse benim kendimde kusur olarak gördüğüm, şundan rahatsız olmakmış. Bundan uzak durayım.” Bunu öğrenmek ve hakkı olarak görmek çok rahatlatıcı.
Yakın zamanda “Yetişkinlerde Otizm Spektrum Bozukluğu” isimli bir kitabımız çıkacak. Orada bu tür pratik çözümlere de yer vereceğiz.
Ergenliğe kadar OSB’li olduğu fark edilmeyen bireylere rastlıyor musunuz?
Çok… Zaten ben çocuklukta tanı konmuş olan ve yaşı ilerleyince bana yönlendirilenlerden çok, OSB tanısı yetişkinlikte konan veya bu tanıdan şüphe edilerek bana yönlendirilen kişileri takip ediyorum. Bir de tabii, uzun süre başka birçok tanıyla tedavi görmüş olan ama aslında çoğu rahatsızlığı OSB ile anlaşılabilecek olan yetişkinleri.
Onlar ile nasıl çalışıyorsunuz?
Baştan OSB değerlendirmesi için sevk edilenleri dışta tutarsak, başvurular genellikle “ek tanı” denen, benim OSB’nin sonucu demeyi tercih ettiğim, reaksiyon niteliğindeki belirtilerle oluyor. Bunların başında anksiyete bozuklukları ve depresyon var. İhmal ettiğimiz bir başka husus, OSB’nin psikoza yani kolayca şizofreni sanılabilecek tablolara da yatkınlık oluşturduğu. Psikoz ile başvuran ama o tablo kısa sürede düzelen ve altta otizm nüvesi olduğunu fark ettiğimiz birçok kişi oldu. Bir de genel olarak bilgi düzeyi, farkındalık arttıkça, kendisinde otizm benzeri belirtiler görüp başvuran kişiler artık daha çok. Bunda popüler kültürde otizmin gözde olmasının etkisi de var. Bunun dışında, beraberinde dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu gibi başka gelişimsel tanıların belirtileri olup klinik tabloda onların öne çıktığı gençler var. Davranış problemleri ağırlıklı olduğu için, aileyle ya da okulda ilişkileri bozulunca başvurabiliyorlar veya ailenin isteğiyle, ısrarıyla.
Kötü muamele görmeye bağlı olan bir kaçınma, uzak durma tepkisi gelişirse, bu durum gencin yakınlarında kaygıya, hayal kırıklığına neden oluyor. Böyle oluşan kriz dönemlerinde yapılan başvurular da az değil.
Ne gibi kötü muameleler?
Gruptan hiç anlayamadığı biçimde çıkarılma, dışlanma mesela. Arada neler olup bittiğini, neden böyle olduğunu anlamaya fırsat bulamadan. Bilerek isteyerek kimseye kötü davranmış olmasa da birilerinin kalbini kırmış olma ihtimali var. O ancak uzun vadede anlaşılabilir. Hemen anlaşılsa bile ancak uzun vadede ele alınabilir. Başta açıkça gözlenen, genellikle sadece terk edilmişlik ve dışlanmışlık duygusu. Önce ona yönelmek gerekir ki, iş birliği kurabilelim ve kişi kendisini güvende hissedebilsin, sözel iletişim kapasitesini tam olarak kullanabilir hale gelsin.
Tersi de olabiliyor mu? Sosyalleşmesi için aşırı zorlandığı için bir gerginlik anksiyete geliştirebiliyorlar mı?
Evet. Zekası iyi olup belli bir yaşa kadar desteklenmiş ve o yüzden de hiç belirtisi ortaya çıkmamış olan otizmli gençler var. Mesela zekası çok yüksekse, çok korunaklı bir okul ortamında birinci olarak, dereceler yaparak, öğretmenlerinin gözdesi olarak büyüyebiliyor. Bu destek ortamından uzak kaldığı anda zorlanmaya başlıyor. Aile otizmin farkına varmamışsa eğer, aynı beceriyi ve sosyalliği sürdürmesi konusunda ısrarcı oluyor. Genç çok zorlanıyor. Hep başarılı olmuş, kendine güvenli, sonra birden üstüne ‘bende bir kusur var,’ duygusu çöküyor.
Yüksek fonksiyonlu yetişkin OSB’lilerde takıntılar hayatı ne kadar etkiliyor? Başa çıkmak için nasıl destek alabilirler?
Takıntı ile ne kastettiğimize bağlı. Siz neyi kastediyorsunuz?
Birincisi sosyal hayatını etkileyecek kadar olan takıntıları varsa… İkincisi kendini rahatlatacak takıntıları varsa…
İşlevi bozacak şiddette takıntılar, hayatın başka alanlarını da kaplayabiliyor. Mesela kontrol etmeyi bırakamadığı için hiçbir işi bitirememek. Obsesif kompulsif bozukluk şiddetinde.
Özel ilgi alanları pahalı meraklar veya uğraşlar olabilir; o zaman maddi zorluk ortaya çıkabilr. Hiçbiri için doğrudan ve genel bir çözüm bildirmek mümkün değil aslında. Herkes için geçerli olan şu var: Kendisini daha sakin, yatışmış, daha emniyette hissedebileceği, destekleyici bir ilişkinin, daha gençse eğer böyle aile büyüklerinin mevcudiyeti çok değerli. Öte yandan, takıntı denen eğer bazı davranışları, törensel alışkanlıkları tekrarlamak ise ve bunlar bir yatışma sağlıyorsa, değişmesini beklemek gereksiz.
Ancak bu yineleme eğilimi kişinin kendisini de yoruyor bazen, yaşamı kaplıyor ve rahatsız ediyor, çok vaktini alıyor, yani sıkıntı veriyor. O zaman ilaç tedavisi gereklidir ve bilgi verilmeli, uygun tedavi başlanmalıdır. Obsesif kompulsif bozukluk otizm spektrumu ile bir değil ama bazen obsesyonlar ve kompulsiyonlar OSB’de bunun ek bir tanı, ikinci bir tanı olarak ele alınmasını gerektirecek kadar şiddetli olabilir. İlaç tedavisi işte o zaman gereklidir ve hemen her zaman yarar sağlar.
Yetişkin OSB’de ilaç kullanımında nelere dikkat edilmeli? Genel bakış açısı ne olmalı?
Yetişkinlerde OSB yakın zamana kadar iyi tanınmadığı için bütün verili bilgiler çocuklardan büyüklere aktarılanlar. Çocukta ne yapılıyorsa yetişkinde de o yapılıyor. Açıkçası çocuklukta da OSB’yi tedavi edecek bir tıbbi tedaviden, “antiotistik” bir ilaçtan bahsetmek mümkün değil. Otizm başa gelen bir hastalık olmaktan çok atipik gelişim ile kendini gösteren bir özellikler kümesi olduğundan, ilaç tedavisi doğrudan otizme yönelik değildir. Oluşum mekanizması iyi anlaşılan bazı sendromların parçası ise otizm, özgül ilaç tedavileri geliştirilmeye çalışılabilir tabii, nitekim böyle yapanlar var. Ama şimdilik, bütün vakalara uyacak, genellenebilecek bir ilaç tedavisi değil, ancak otizme eklenen veya dolaylı belirtilere yönelik tedaviler mümkün sadece. O zaman ilkelerden biri şu: Gerektiğinden uzun süre ilaç kullanmamaya dikkat etmek. Sözgelişi kısa bir psikoz geçirdiyse hayat boyu antipsikotik ilaç vermekten kaçınılmalı. Obsesyonlarda artış olduysa, hayat boyu buna yönelik ilaç kullanılacak diye düşünülmemeli. İlk fırsatta dozu düşürmeye ve azaltmaya çalışılmalı. Eşlik eden başka tıbbi hastalıklar varsa, çıkabilecek yan etkilere dikkat edilmeli.
Bir de OSB için özgül bir çalışma ve yerleşik bir bilgi yok bildiğim kadarıyla ama, gelişimsel bozukluklarda ilaç metabolizmasında farklılıklarla daha sık karşılaşıyoruz. Bu yüzden doz ayarlaması yaparken her zaman çok düşük ile başlayıp çok yükseğe ihtiyaç duyulabileceğini de akılda tutmak lazım.
Son olarak çok iyi bir işbirliği kurmalı. Yan etki takibi sıkı olmalı. Yoksa hasta doğal olarak anlaşılmama, yanlış anlaşılma hissine kapılacaktır. Özellikle ilk kez bir ilaç tedavisine başlanırken sık kontrol, yan etki veya herhangi bir rahatsızlık olursa hastanızın size ulaşabileceğini bilmesi.