KEMAL ŞAHANE BİR BABAYDI

Kemal çalışmadığı günleri evde çocuklarla oynayarak geçirirdi. En sevdiği oyun saklambaçtı,” diyen Gül Sunal ile eşi Kemal Sunal’ı ve okul öncesi eğitim alanında yaptığı çalışmaları konuştuk.

Röportaj: Rana Zeynep Çömlekçi Fotoğraflar: Kübra Duğan Taş

Halkın yüreğinde apayrı bir yeri olan sevgili Kemal Sunal’ın eşi olarak tanıyoruz sizi. Kemal Sunal nasıl bir babaydı? Şimdiki babalara kıyasla nasıldı?

Kemal şahane bir babaydı. Çalışmadığı günleri evde çocuklarla oynayarak geçirirdi. Ama onu başka babalar ile kıyaslamak doğru değil tabii. Herkes kendine özgü bir düzen tutturuyor. Bazen babaların çalışma şartları çok zorlayıcı olabiliyor. Mecburiyetten 34 gün çocuğunu göremeyen babalar da var. Bizim şansımız Kemal’in senede 34 ay çalışması idi. Onun dışında da çalışsa bile akşamları eve geliyordu. Çocuklar da babaları gelmeden uyumuyorlardı.

Nasıl bir aile hayatınız vardı?

Cumartesi ve pazar günleri üç öğün yemeğimiz mutlaka evde birlikte yenirdi. Kemal sofrada birlikte olmak isterdi. Sonra çocuklar ile oyun kurardı. En sevdiği oyun saklambaçtı. Gidip küvetin içine saklanır ve beklerdi. O zamanlar banyolar şimdiki gibi değildi, küvetin önünde banyo perdesi vardı. Çocuklar onu bulup perdeyi açınca en çok Kemal heyecanlanır bağırırdı. Yatağın altına saklanır, o uzun boyuyla dolabın içine girerdi. Ali ile futbol oynuyorlardı evde. Çocuklara eğlence çıkarırdı.

Hem kendinizle hem de aile yaşamınızla ilgili çok samimi anekdotların yer aldığı bir YouTube hesabınız var. Biz bayıldık videolarınıza. Devamı gelecek mi?

Gelecek. Şimdi Kültür Bakanlığı da sponsor oldu. Bu aslında bu benim sohbet kanalım değil. İzleyenler de bir döneme ışık tutuyorsunuz diyorlar. Amaç da o zaten. Kemal’in yılarca yıllarca biriktirdiği bir çok cilt var. 1978’den vefat edinceye kadar olan süreyi kapsıyor. Hakkında çıkan haberler, gazete kupürleri var. O dönem yaşayan başka aktörleri ve sinema dünyasında yaşanılanları mutlaka paylaşmam lazım diye düşünüyorum. Çünkü gazeteler biraz yıpranmaya başladı. Bazıları o haberleri çok seviyor, çok ilgileniyor. Bazıları diyor ki biraz se konuş biz gazete haberlerinden sıkıldık. Sıkılsalar da çare yok. O arşivi ortaya çıkarmak için yaptığım bir iş bu.

Şahane bir çalışma… Emeklerinize sağlık.

Bu Kemal’in arşivciliğinden geliyor. 78 yılından beri kimde o kadar gazete ve haber vardır? Mümkün değil. Bence Kemal’in bu arşivi dünyada tektir.

Kemal Bey’in arşivlerdeki filmlerine gelirsek… Telif ile ilgili hak ettiğini alabildi mi Kemal Bey? Hiç… Bir çok kere dava açtık. Kimini kazandık, kimini kaybettik. Ama ne olduysa yine de kaybetmiş sayıldık. Artık ben üstünde durmuyorum. Tabii ki Kemal’in hakkı, çocuklarının hakkı ama şimdi 3517 yaşında Kemal’in hayranları var. Herkes bana “Biz Kemal Sunal ile büyüdük. Çocuklarımız ve torunlarımız da Kemal Sunal ile büyüyecek” diye yazıyor. Ben İsveç’e gitmiştim bir festival dolayısıyla. Orada herkes bizi Kemal Sunal büyüttü diyordu. Çünkü part time çalışan anneler işe giderken hep Kemal’in kasetlerini videoya koyarmış.

Kemal Sunal’ın bu kadar tanınması ve sevilmesi sevilmesi çok güzel. Ancak telif haklarını alamaması yine de büyük haksızlık.

Öyle… Sadece Kemal için de değil tabii. Şu anda ev kirasını ödeyemeyen yaşamı çok zor geçen, yan rollerde oynayan veya başrollerde oynayan aktörler ve aktrisler var. Yani herkesin buna ihtiyacı var. Belki Ali, Ezo, ben şimdi çalışıyoruz ve kendi düzenimizi kurduk ama yine de bunun büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum.

Eş kimliğinizin haricinde okul öncesi eğitim alanında çocuklara dokunan birisiniz. Bu alanında hizmet vermeye nasıl karar vermiştiniz?

Çocuklar büyüyünce çalışmayı düşündüm. O da şöyle oldu… Ezo’ya “Bu hafta seni sinemaya götüreceğim” dedim. O zaman ortaokuldaydı. “Biz arkadaşlar ile gideceğiz zaten” dedi. Ali de büyümüştü. O zaman dedim ki, “Ben ne yapacağım?” Bir arkadaşım “Neden anaokulu açmıyorsun?” dedi. Çok veballi bir iş, çok donanım istiyor diye düşündüm. Birkaç anaokulu gezdik, baktık. Çocuklarımdan da bir fikrim vardı. Bir günde karar verdim. Mezun olan öğrencilerimin çoğu ile de görüşüyoruz. Muhteşem bir zenginlik.

Anaokulunu kurmak Kemal Bey ile ortak bir kararınız mıydı? O bu konuda ne düşünmüştü?

Kemal çalışmama çok sıcak bakmıyordu açıkçası. Ama konu eğitim olunca büyük destek verdi. “Tamam” dedi, “Sen çok iyi yaparsın.” Hakikaten de bu günlere geldik. Eğitime çok önem verirdi. Biliyorsunuz elli beş yaşından sonra yüksek lisans yaptı. Dün Kemal’in, Uğur Dündar’ın Arena programına katıldığı ve yüksek lisansı hakkında konuştuğu bölümü YouTube’dan tekrar seyrettim. Çok güzel konuşmuş ona bir daha aşık oldum. Yüksek lisansı ile ilgili “Ben önce çocuklarıma sonra da başkalarına örnek olmak için bunu yaptım” diyor.

Kızınız Ezo Sunal da, oğlunuz Ali Sunal da ülkemizde kendi alanlarının en başarılı ve özgün isimlerinden. Onların çocukluk yılları nasıl geçti?

Onların çocukluk yılları evde geçti. Biz Kemal ile çok dışarı çıkamıyorduk. Çünkü sokağa çıktığımız vakit herkes başına üşüşüyordu. Hatta Kemal çok üzülüyordu.” Oğlum ile bir maça gidemiyorum, kızımı parka götüremiyorum” diye. Çocuklar babalarının şöhretli olduğunun farkında değildi. Sokağa çıkına herkes Kemal’in üstüne üşüşünce korktular bize bir şey olacak diye. Onun için biz ailece evde oturmayı tercih ettik.

Çocuklarınızın nasıl bir eğitim hayatları oldu? Onların eğitimini ne kadar yönlendirdiniz?Kemal hiçbir zaman nasihat vermezdi “Şöyle yapın, okumak çok iyidir” diye… Hiç duymadım ondan böyle laflar. Ben de söylemedim. Ali İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi ve Yedi Tepe Üniversitesi işletme Yüksek Lisans mezunu. Ezo da Londra’da iki anadal mezunu Erken Çocukluk Dönemi ve Film okudu.

Gül Sunal Anaokulu 2007 yılında Ezo Sunal Çocuk Atölyesi oldu. Nasıl bir duygu bayrağı kızınıza devretmek?

Muhteşem bir duygu. Ezo’nun bu işi sevmesi ve hala öğrencilikten vazgeçmemesi beni mutlu ediyor. Ezo okulunu bitirip Londra’dan geldi ertesi gün burada çalışmaya başladı. Hatta bana kızdılar “Üvey anne misin sen? Bu çocuk evde birkaç gün sabahlık ile dolaşsın. Kaç yıldır evden uzak” diye. Dedim ki “O bir gün sabahlık ile dolaşır ise her gün dolaşır.” O yüzden de akşam uçaktan indi, sarıldık öpüştük. Ertesi gün işe başladı.

Çocuklarınız anaokuluna gidebilmiş miydi?

Ali bir gün anaokuluna gidebildi. Çok kötü bir deneyimdi. Ezo uyku sevmiyordu. Uyku mecburiyeti olduğu için öğleden sonraları anaokuluna gidebildi.

O zamanlar erken çocukluk döneminin bu kadar önemli olduğu biliniyor muydu?

Hayır, bu kadar yaygın bir bilgi değildi. Hatta ben okulumuzu açarken bile bu kadar yaygın değildi. Hala da maalesef çok bilinmiyor. Çocukların bu çok değerli yıllarını mutlaka bir eğitim kurumunda, güvendikleri bir yerde yaşamaları lazım. Herkes çocuğuna öpe öpe evde bakıyor. Ama çocuğun yaşıtları ile birlikte olması, bir gruba ait hissetmesi kendini, evden farklı bir şey yaşaması, farklı bir birey olduğunu hissetmesi çok değerli.

Erken çocukluk dönemini neden önemli buluyorsunuz?

Uzmanların söylediğine göre beynin yüzde yetmişinin gelişimi bu dönemde tamamlanıyor . Bu yılları dolu dolu yaşamaları, sosyalleşme, özgüven kazanma, yaratıcılığını ortaya çıkarma , sorgulama, problem çözme gibi kavramları bu yıllarda geliştirebiliyorlar.

Okul öncesi eğitimde son 15 yılda neler değişti?

Çok şey değişti. Biz 98 yılında okulu açtığımızda AÇEV’in sloganı “7 Çok Geç” idi. Şimdi uzmanlar “3 Çok Geç” diyorlar. Hakikaten öyle. Üç yaşına kadar sadece evde olan çocuk çok zor adapte oluyor. Çünkü evde bir prens ya da prenses. Her şey onun. Sıra bekleyecek, paylaşacak, bir sürü şey öğrenecek . Ayrıca o dönemki çocuklardan bu dönemki çocukların yaşadığı şeyler çok farklı. Uyaranlar çok farklı.

Okul öncesinde İngilizce temelli eğitim anlayışını doğru buluyor musunuz?

Önce anadilini geliştirmekten yanayız. Eğer ailede yabancı dili anadili olan ebeveyn yoksa sadece başka dillerin varlığını fark edecekleri şarkılar, oyunlar olabilir. Yoksa ilkokulda çok sıkıntı çekiyorlar.

Halen yöneticisi olduğunuz Ezo Sunal Çocuk Atölyesi’nde ne tür aktiviteler yapıyorsunuz?

Bu yaş grubunda aktif pasif dengesini iyi ayarlamak lazım. Çocuk beş dakika oturarak bir çalışma yapıyorsa, beş dakika da zıplaması lazım. Müzikle ya da herhangi başka bir oyunla ayakta zamangeçirmesi gerekiyor.

Müzik en çok yararlandığımız alan. Carl Orff adlı bestecinin yarattığı Orff yaklaşımını kullanıyoruz. Fen ve Doğa vazgeçilmezimiz. Artık materyallerle yaptıkları çalışmalar yaratıcılıklarını ortaya çıkarmak için çok önemli. Ezo Salzburg, Madrid, San Fransisko, yazları üç yıl Orff eğitimi aldı. Bütün eğitim sistemlerini yerinde inceledi. Bu da bizim şansımız oldu. Pandemiden önce çok da geziyorduk, inşallah bu bitince yeniden gezeceğiz.

Görerek, dokunarak, yaşayarak öğrenmek çocuklara ne katıyor?

Her şeyi katıyor. Mesela biz çocukları tren istasyonuna götürdük, dehşete kapıldılar. Siz bir çocuğa göstermeden tren raylarını nasıl anlatabilirsiniz? Uzun uzun demirler var, ortada tahtalar, onun üzerinde de taşlar var… Hayatında görmemiş ise hayal bile edemez bunu. Ama gördüğü zaman onu hiç unutmuyor. Sonra okula döndüklerinde resimlerini yapıyorlar. Ya da bir şarkı yapıyorlar bununla ilgili. Öyle enteresan şeyler çıkıyor ki o gezilerden.

Biliyorsunuz biz özel gereksinimli bireylere yönelik faaliyet gösteren bir derneğiz. Yolunuz hiç özel gereksinimli bireyler ile kesişti mi?

Evet. Kuzenimin kızı otizmli. Bu hastalık değil, farklı gelişen bir çocuk. Şimdi on altı yaşında kızımız. Çok şeker. Bizim Çocuklar Derneği’ni kurdu annesi. Çok da güzel bir spor tesisi oldu. Orada koşuda devamlı madalya alıyor. İnanılmaz koşuyor, ceylan gibi. Çok da güzel bir kız.

Buradan özel gereksinimli çocuğu olan ailelere ne söylemek istersiniz?

Çocuklarını hasta olarak düşünmesinler. Sosyalleşsinler ve içinde bulundukları durumu kabul etsinler. Dışarıdaki, hele parktaki teyzelerden nefret ediyorum. Benim Ali mesela kiloluydu.

“Annesi bunu az yedir”. Bir zayıf çocuk görüyor “Bu hiç mi yemiyor?”, bezli görüyor “hala bezi mi var?”. Biberonlu görüyor “Ağabey oldun sen hala biberon içilir mi!”. Mesela görüyor, çocuk boylu poslu ama konuşmuyor veya bezli. “Niye bunun bezi var? Niye konuşmuyor?”… Bunları sormak çok yanlış. Hakikaten çok yanlış. Bunları dinlemesinler. Böyle sorulduğu için bu aileler eve kapanıyorlar. Eve kapandıkça hem ailenin hem çocuğun sosyalleşmesi mümkün olmuyor. Oysa sosyalleşme hepimiz için ihtiyaç.