Otizmli Babası Caner Doğruyol: “Başlangıçta Erkeklerin En Kolay Yaptığı Şeyi Yaptım. KAÇTIM!”
“Başlangıçta Erkeklerin En Kolay Yaptığı Şeyi Yaptım. KAÇTIM!”
İnanın o kaçış bir rahatlık değil. Aslında vicdanen kendinizi aklınıza hayalinize gelmeyecek kadar kötü hissediyorsunuz. Babalar kendilerini daha fazla kötü hissetmeden, ailelerine ve çocuklarına bir dönüş yolu olduğunu hatırlasınlar.
Caner Bey öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Ben Caner Doğruyol. İstanbul’da Fatih’te doğdum. Tiyatroya amatör olarak 1996 yılında Silivri Belediyesi Kültür Evi’nde başladım. 2001 yılında Seden Kızıltunç Tiyatrosunda profesyonel oyunculuk hayatına atıldım. Eş zamanlı olarak bir dönem Şahika Tekand Oyunculuk Atölyesinde eğitim aldım. Daha sonra birçok televizyon dizi ve filmlerinde başrol olmak üzere önemli rollerde rol aldım. Önemli televizyon programlarında editörlük yaptım. Tiyatro oyunları yazdım, yönettim, oynadım. Çok kaliteli, güzel hocalarla çalıştım ve süreç yazmayı, oynamayı ve yönetmeyi bir meslek olarak yapmamı sağladı.
Şimdi IC Prodüksiyon adında kendi şirketimiz var. Üç yıl önce Işık Tolgay ile birlikte kurduk. Bu yıl İzmir’de dördüncüsünü düzenleyeceğimiz Torbalı Belediyesi Torbalı Tiyatro Günleri adlı çok güzel bir sanat markamız var. Rahmetli İsmail Uygur’un vesilesiyle hayata geçirdiğimiz bu önemli değer Torbalı‘nın şansı olduğuna inandığım Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Sn. Serkan Tekin sayesinde çok anlamlı bir hale geldi. Nitelikli Sanat şiarıyla çıktığımız sanat yolcuğu bu yıl dört yaşına basacak.
Bir buçuk yıl önce de Bolu’da Sır adlı uzun metraj bir film yaptık. Filmimizin görsel efektleri çok zamanımızı aldı ama o da kasım ayı sonunda bitmiş olacak. Hem yapımcılığını IC Prodüksiyon olarak biz yaptık hem de senaryosu bize ait. Benim ilk uzun metraj yönetmenlik çalışmam oldu. Devamı da gelecek. Muhtemelen 2024 yılında vizyona girmiş olacağız.
İkinci filmim de Sanki adlı sinema filmi olacak. Filmin konusu tek çocuklu, karı koca çalışmak zorunda olan ailenin hikâyesi. Otizm eksenli bir dram. Filmimizin teması önyargıdır.
Birbirlerini severek evlenmiş olan Tuna ve Ceren çiftinin evlilikleri, tek çocukları olan Umut’a ‘’Otizm Spektrum, Asperger’’ teşhisi konulduktan sonra yaşadıkları psikolojik ve çevresel sorunlar yüzünden bitme noktasına gelmiştir.
Evlatlarına Otizm Spektrum teşhisi konulma aşaması ve konulduktan sonra ailede yaşanan kabullenmeme sürecini ve sonrasında yaşananları ele alan bir film ‘’Sanki’’.
Derdimiz üzerinden yola çıktığım bir senaryo. Hikâyesi ve senaryosu bana ait olan bu filmin bir diğer özelliği de otizm tanısı sürecinde tüm babaların cümlesine başladığı kelime. ’’Sanki’’ benim evladım öyle değil, ‘’Sanki’’ abartıyorsunuz… ‘’Sanki’’ çocukluğuna benziyor…
Gerçek olaylardan esinlenerek kurgulanmış olan bir hikâyedir ‘’Sanki’’
Tuna ve Ceren’in, Otizm Spektrum – Asperger teşhisi konulan biricik evlatları Umut ve Umut gibilerin maddi manevi sorunlardan kaynaklı hiçbir mağduriyet yaşamamaları için kurmaya karar verdikleri özel eğitim kurumu fikrinin doğuşuna ve kuruluş sürecine dair yaşadıkları zorluklarla sınanıp ‘’aile’’ olmanın fedakârlık ve özveri gerektirdiğini öğrenecekleri hayat tarafından bir sınava çekiliş hikâyesidir.
Ayrıca kardeş kuruluşumuz olan KBT Prodüksiyonun çok kaliteli, nitelikli oyunlarına da destek oluyoruz. Son beş yıldır Fareler ve İnsanlar, Mezarcı, Bir Delinin Hatıra Defteri gibi hepsi ödüllü oyunlar olan Dünya Klasiklerinin organizasyonlarını da yine IC Prodüksiyon olarak biz yapıyoruz. Fareler ve İnsanlar oyunu bizim için çok ayrı bir yerde diyebilirim.
Siz aktif bir sanatçı olmakla beraber, aynı zamanda bir babasınız. Otizmli bir çocuğunuz var. Çocuğunuzun hayatınıza girmesi, yaşamınızı nasıl etkiledi?
Çocuğum mucizem oldu. Büyümem adına bir adımım oldu. Bizim meyvemiz oldu. Otizmli olan Umut Ata birçok anlamda bana öğretmenlik yapıyor. İngilizce de öğretiyor hatta. Tanrı Bank’ın bize kredi açtığı bir çocuk oldu. Biz on beş Temmuz’dan dört gün sonra yani 19.07.2016’da 09:07’de evlenmiştik. Birer Fenerbahçeli olarak, akşam 19:07’ye nikâh için yer bulamamıştık da sabah 09:07’yi almıştık. Velhasıl kelam, Umut Ata inadına Fenerbahçe’nin çocuğu. O doğduktan sonra hayatımız bambaşka bir hal aldı. Doğduktan hemen sonra, doğumhanenin önünde kucağıma ilk verdiklerinde öyle kala kalmıştım. “Alın şunu ya” der gibi bakıyordum etrafımdakilere. Düşüreceğimden çok ama çok korkmuştum. Benim için eğitim sürecidir Umut Ata. Bir yandan da sınavdır. Bazı tanımlar vardır ya hani; İnsanlık nedir? Erkeklik nedir? Babalık nedir? Yani ne olması gerekir? O doğduktan hemen sonra işte o tanımları Umut Ata ile yeniden öğrenmeye başlamıştım.
Oğlunuzda otizme dair ilk neler fark etmiştiniz? Eşiniz neler görüyordu, siz neler görüyorsunuz?
Bu coğrafyanın suyunda bir şey var “kabullenememek” diyoruz biz ona. Şimdi bana baktığınız zaman, ben üç üniversite, bir özel konservatuvar süreci yaşamış biriyim. İstanbullu bir ailenin çocuğuyum. Neden bunları anlatıyorum? Hani diyorlar ya kültürel veya eğitim nedeniyle kabullenememe oluyor diye… Hiç alakası yok. Suyundan mı, yemeğinden mi bilmiyorum ama bu toplumda biz erkekler kabullenemiyoruz. Ben de kabul edemedim. Benim yakın çevrem “Sen de küçükken düz duvara tırmanıyordun. Sen de inatçıydın. Duymuyordun. Sen de simetriye takılıyordun. Sen de işine gelince bakıyordun,” diyordu. Bunlar ne kadar tehlikeli cümleler biliyor musunuz? Çünkü otizm spektrum o kadar farklı ve kandırmacaları olan bir durum ki! O durumda siz farklı aldatmacalara sürüklenebiliyorsunuz.
Ne gibi aldatmacalar? Biraz açar mısınız?
Elif anlatırdı “Caner, Ata duymuyor, bakmıyor,” diye. Ben eve geldiğim zaman konuşurdum oğlumla. Ona derdim ki “Ata, dolaptan süt getirsene oğlum”. Çat süt getirirdi bana. Elif çok şaşırırdı. Nasıl olur ya böyle bir şey? Nasıl? Ama bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir ya, oluyordu işte. Ben de uzun süre kabullenemedim. Pisliğiyle oynaması, bakmaması, geç konuşması… Bunları uzun süre görmezden geldim.
Peki, kabullenme ne zaman başladı?
Bizim gibi kabullenememe psikolojisine maruz kalan insanların iknası şuradan geçiyor: ‘Doğru İfade ’den. Benim için dönüm noktası Umut Ata’yı götürdüğümüz kreşteki bir hocadır. O hoca, davranış farklılıklarını nedeniyle niçiniyle o kadar güzel bir üslup ile anlattı ki… Sonrasında ben de “Eyvah!! Ne yaptım ben?” dedim.
Ben Ata’yı kreşe her götürdüğümde haylazlıklar yapıyordu. Almaya gittiğimizde çıplak bir vaziyette okulda beziyle kaydıraktan kayıyordu. Bir anormallik vardı. Ama İzmir’deyiz, hava sıcak diyordum. Fakat akranlarıyla yan yana gelince bir farklılık vardı. Onlar düzgün davranıyordu. Bana da benimkisi düzgün geliyordu. Diyordum ki, bizim oğlan biraz yaramaz. Ama değildi, yaramazlık tanımına da uymuyordu. Ben kendimle acayip bir çatışmaya girmiştim. Resmen kendimle kavga ettim. En sonunda dedim ki, Caner Doğruyol olarak Elif’in feryadına artık kulak asmam lazım.
Peki, bu noktada bir uzmana gitme kararı aldınız mı?
Ben yine gidemedim. Bütün yük Elif’teydi. O Ege Üniversitesi başta olmak üzere birçok yere gitti, randevular aldı. Ben işlerimi yürütmek zorundayım. Yanında olabildiğim kadar olmaya çalışıyordum ama yine de gitmiyordum. Elif “Gel” diyordu, ben kaçıyordum. Erkeklerin bu tarz durumda en kolay yaptığı şeyi yaptım ben. Kaçtım.
Kaçtığınızı itiraf edebilmeniz de çok önemli…
Evet, artık bunu itiraf edebiliyorum. Neden ediyorum biliyor musunuz? Ben yaptım başkası yapmasın. Benim çocuğum atipik otizm. Otizmin giriş kapısında idi. Ama ağır da olabilirdi! Evlat bu! Sadece otizm üzerinden bakmıyorum. Bir ayağı olmaya da bilirdi. SMA da olabilirdi. Yarın benim ölmeyeceğimin de garantisi yok. Ya da engelli kalmayacağımın da.
Velhasıl demek istediğim şu; ben bunu yaptım, kabullenmekten kaçtım ama başka babalarbunu yapmasın.
Kaçış aslında pek çok babanın yaşadığı ama kendine bile itiraf edemediği bir durum. Sizin bu durumda yaşadıklarınız nelerdi?
Doktora gidilmesi gerekiyordu, ben “Toplantım uzadı,” diyordum. Çünkü gidemiyordum. Zaten hastane fobisi olan bir adamdım. Dayımı kaybettikten iki yıl sonra babamı da kaybettik. Sonrasında da yine pek de uzun olmayan bir süre sonra da teyzem vefat etti. Bu acı olaylar vesilesiyle ben hastaneye giremez olmuştum. Bir de evladınız söz konusu olduğunda, gerçekten zihniniz size oyunlar oynuyor. Otizm denildikten sonra, o arada ne yaşadınız deseniz, bir sürü oyun yaptım, bir sürü iş yaptım ama hatırlamıyorum. Sonra o süreçte pandemiye girdik. İşler de durdu, psikolojimiz daha da bozuldu Bir sürü organizasyonumuz ve projemiz vardı. Hazırlıklar bir anda durdu. Türkiye’de sanatçı olmak gerçekten çok zor. Tabii kaçmak için bunları bahane etmek, benim psikolojim bozuktu demek aslında kabul edilemez bir durum. Çünkü annenin de o dönemde psikolojisi bozuk oluyor. Çocuğuna otizm tanısı konulmak üzere ama çevresi “belki de değil” diye konuşmaya devam ediyor. Alt komşu diyor ki “Ya bir şeyi yok”. Üst komşu diyor ki “Benim kuzenimin de böyle garip huyları vardı”. Çevre o kadar kafanızı karıştırıyor ki, bunu ancak yaşayan bilir.
Şu an aynı kaçışları yaşayan babalar ne yapmalı sizce?
İnanın o kaçış bir rahatlık değil. Aslında vicdanen kendinizi aklınıza hayalinize gelmeyecek kadar kötü hissediyorsunuz. Babalar kendilerini daha fazla kötü hissetmeden, ailelerine ve çocuklarına bir dönüş yolu olduğunu hatırlasınlar. O zaman kabullenmenin de buradan geçtiğini görecekler.
Bu durumu siz nasıl aştınız?
O dönemde Işık Tolgay, hem ortağım hem ağabeyim oldu. Ondan çok destek ve akıl aldım. Ben o sıralar en kolay şeyi yapıyordum, yani hep şikâyet ediyordum. Sonra yatağa kafamı koyduğumda benim çocuğum farklı olabilir ama gelişmesi de ihtimal dâhilinde diye düşünmeye başladım. Sonra başka bir boyuta geçip, Elif için ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Elif’e “Bunun bitmesi için ne kadar lazım?” diyordum. Çünkü erkek bunu düşünür. Farklı düşünen belki %1-2’dir. Çünkü toplumda erkeğe yükümlülüğü evi geçindirmek olarak öğretilmiştir. Böyle koşullandırılmıştır.
Otizmli birey annesi ise çocuğunun hayatında çok önemli bir görev alıyor. Yeri geliyor, hayatını ona adamak zorunda kalıyor. Ne gölge öğretmenler, ne doktorlar anne gibi olamıyorlar. Ben Elif’i çok takdir ediyorum. Şu anda oğlumuza daha iyi bir eğitim sunabilmek için üniversite sınavına girdi ve kazandı. Otizm ile alakalı bir bölümde okuyor. Otizmli bir çocuğunuz var ise bilgi çok önemli. Durmadan okumak ve araştırmak zorundasınız. Otizmi iyi anlamanın en büyük yolu bilgidir.
Bilgi demişken, hayatınıza özel eğitim nasıl girdi?
Ben kabullendikten sonra Elif özel eğitim kurumu araştırmalarına başladı. Kurum kurum gezerken onunla çok konuştuk. Elif çok ciddi araştırmalar yaptı eğitim için. Hepsini benlimle de paylaştı. İyi bir eğitim kurumu bulmamızda onun becerisi ve bilgisinin önemi çok büyük. Bu arada belki itham olacak ama dolandırıcılık boyutuyla da çalışanları gördük. Onlara kanmamak için otizm spektrumu doğru tanımak lazım. Bir hastalık değil. Halen şundan dolayı oldu denilemiyor. Bir otizmli asla başkasına benzemiyor. Türkçe lehçesi gibi… Hani Azerbaycan Türkçesi farklı, İstanbul Türkçesi farklıdır ya…
Bu dönemde, uzmanların korkutma psikolojisi izlemesi de ters tepiyor.
Daha ilk anda “Gelişmeyecek, değişmeyecek, bu şekilde kabulleneceksiniz” diye ezberlenmiş lafları söylemeleri bizi bir yere götürmüyor. Orada uzmanın sizin üzerinizde bir otorite kurmaya çalıştığını hissediyorsunuz. Empati yapmıyorlar. Niye gelişmeyecek? Ölecek gözüyle bakılan dördüncü evre kanser hastaları bile yaşama tutunuyorlar. 20 yıl daha fazla yaşayabiliyorlar. Hayatın özünde var bu! Bilemezsiniz ki… Ben her zaman ‘’En büyük senarist hayattır’’ derim. Hayattan öte neyin ne olacağını kimse bilemez.
Sizce uzmanlar nasıl yaklaşmalı?
Uzman isen sen bana en başta otizmde gerilemeyi anlatmalısın. Böyle yaparsanız geriler, şöyle yaparsanız gelişimi ilerler denildiğini duymalıyım. Ben kendim araştırdım, çok önemli noktalara gelen otizmliler var. Gelişmişler ve takıntılarını yönetmeyi öğrenmişler. Bu insanlardan biri de benim çok sevdiğim bir arkadaşımın eski eşi. İsmini vermeyeyim ama şimdi yurt dışında yaşayan ve otizmli olan çok değerli bir tiyatro oyuncusu. Bunları öğrenmek bana iyi gelmişti.
Ben demiyorum ki, oğlum bir Celal Şengör olacak. Fakat bunun olasılığı bile hayata daha fazla tutunma şansı veriyor bize. Bir ihtimal, eğitimle bir perdeyi açacağız ve güneşi göreceğiz. Göremesek bile, evlat bu yahu! Çöpe mi atacağız? Fakat uzman bana karamsar bir tablo çizdiğinde söylediği hiçbir şeye inanmak içimden gelmiyordu. Söylediklerini doğaya aykırı buluyordum. Gerçekleri söyle ama karaları bağlatma. Neyi, nasıl söylediğin çok önemlidir. Belki de iyi bir hayat sürmenin sırrı doğru ifadedir.
Şu an oğlunuzun gelişimi nasıl?
Tanrı’ya şükür, çok gelişti. Artık konuşabiliyor ve daha da gelişeceğine inanıyorum. Oğlumla gurur duyuyorum. İyi ki var. Bu süreçte Elif çok daha yoğun ilgilendi. Onun bu başarıda ve gelişimde payı çok büyüktür. Bir de kardeşi Doruk Alp… Doruk Alp, Umut Ata’ya çok iyi geldi. Daha 5 yaşında olmasına rağmen bize de büyük bir yoldaş olmayı başardı.
Otizmli çocuklarla çalışan çok değerli bir uzman bize bir gün şöyle bir şey demişti “Çocuğunuzun iyi gelişim sağlamasını istiyor musunuz? Siz iyi olacaksınız. İyi besleneceksiniz, iyi uyuyacaksınız, güçlü olacaksınız”. “Neden?” diye sormuştum. “İyi, sağlıklı, dikkatli, uyanık ve paylaşan ol ki, mum gibi dibine ışık ver. Süreç seni ve çevreni bir kalabalıktan bir aileye dönüştürsün” demişti.
Tüm bunlarla beraber, otizmi kabul etmek lazım. Bir mizah programı yapıyordum, orada otizmi çıkartma ‘ayini’ yapanların ironisini yapıyorduk. Otizm çıkartamazsınız ama her bireyin gelişmeye hakkı var ve bu hakkı ona verebilirsiniz. Evet, hala otizmin nedenini bilmiyoruz. Gelişen ve değişen teknoloji, saçma sapan gıdalar, ilaçlar ve daha birçok etken otizmi tetikliyor olabilir. Fakat nedenini bilmesek de, var olduğunu öğrendik değil mi? Öğrendik. Hadi eyleme geçelim. Ne yapabiliriz? Bu çocuk nasıl kurtulur? Yani kurtulmak demeyeyim de toplumun belirlediği kurallara adaptasyon süreci nasıl olur? Nasıl eğitim aldırabiliriz? Sonra bunların maliyetini de konuşalım. Çünkü otizm zengin hastalığı. Eğitim aldırabilen var, aldıramayan var. İnsanlar farkındalık gününde yazılar ve kalpler paylaşıyorlar ama aynı kişiler imza toplayıp otizmlileri ve ailelerini evden de attırmaya çalışıyorlar. Ben de İzmir’de çocuğumun ekolalileri var diye benzer bir şey yaşamıştım. Tekrarları var. Tikleri var. Rahatsız oluyorlarmış. Peki, otizmli çocuğu olan aileler, çocukları bağırıyor diye izole bir sitede mi yaşasınlar?
Peki, ne yapmalıyız?
Biz çok güzel ‘Ahlar vahlar” yapıyoruz. Ben ne yaptım da bu oldu? Affedersiniz, pis sudan geçerken destur mu demedim? Yanlış bir şey mi yedim? Bunları bir kenara bırakacağız artık. Başımıza gelen gelmiş. Nasıl çözeriz, buna bakacağız. Biz acı psikolojisini de seviyoruz. O nokta sanıyoruz ki, kendimize acımak bizi kurtaracak. Hayır, seni sen kurtarırsın. Atatürk der ki, “Kurtarıcı beklemeyin, kurtarıcınız kendiniz olun”. Biz de bunu acı bir şekilde tecrübe ettik. Etrafımızdaki insanlar bize destek sağlamadı mı? Sağladı. Ama Ata’nın kurtarıcısı annesi Elif oldu. Ben daha çok engel oldum. Şimdi şimdi bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Muhsin Ertuğrul der ki; Başlamak başarmaktır. Başladım. Niyetim otizmin ne olduğunu ve onunla hangi koşullarda nasıl mücadele edilmesi gerektiğini herkese anlatacağım. Bu karanlığa biraz da olsa bir ışık olmayı başaracağım.
Otizm sadece çocuğun sorunu değil, ailenin sorunu. Aile iyi olacak ki, çocuk daha iyi olsun. Aile bilinçli olacak, aile çözümlerin farkına varacak, aile karamsarlığa düşmeyecek, aile düştüğü gibi kalkmayı bilecek, kalkmasını öğrendiyse de asla düşmekten korkmayacak! Yılmayacak, direnecek, diretecek. Otizm tanısı her şeyi yaşatıyor size. Eşinizle ilişkinizi başka boyutlara taşıyor. Erkek kaçmayacak, dinleyecek. Eşi de karşısındakinin anlayabildiği gibi anlatacak. Yüksek sesle mi konuşması gerekiyor? Onun anlamasını sağlayacaksa yüksek sesle konuşacak. Ama anneler de bazen çocuklarını eşlerinin önüne koyma hatasına düşebiliyorlar. Onlar da bu ve buna benzer şeylere çok dikkat edecek.
Siz sadece oğlunuzun değil tüm otizmli çocukların eğitimine önem veriyorsunuz. Bu nedenle de otizmli çocukların eğitiminin desteklenmesi adına “Fareler ve İnsanlar” oyununuzun gelirini derneğimize bağışlamaya karar verdiniz…
Evet, hatta bu süreci Cumhuriyetimizin 100. Yılına yakışır bir duyarlılık kampanyasına dönüştürmeyi hedefliyorum. Tiyatromuzun bu sezonunu Otizm Sezonu yapmayı planlıyorum. Sağ olsunlar Işık Tolgay ve Erdem Topuz da bana çok destek oluyorlar. Şartları sağladığım takdirde bu sezonun gişe gelirlerini OÇED’e bağışlamayı istiyorum. Bir çocuğun bile bir yıllık eğitim masrafına katkı sağlasak muhteşem olacak. Günümüz ekonomik koşularında bir otizmli canımızın eğitim masrafı gerçekten bel büküyor. Bu sürece dair beni daha da cesaretlendiren durum ise bizim tiyatro ekibimizin bu projeden önce yaptığı bir sosyal yardım çalışması oldu. Dilerseniz o değerli çalışmaya dair olan detayları Işık Tolgay sizlerle paylaşabilir.
Evet, bu konuda sizden de bir kaç cümle alabilir miyiz Işık Bey?
Dionysos Tiyatro olarak oyunlarımızı bir sosyal yardıma dönüştürme projesine geçtiğimiz sezon deprem yardımı ile başladık. Bu sezon da yapacamız her oyunu farklı bir sosyal farkındalık kampanyasına dönüştürmeyi düşündüm. İlk oyunumuzda sokak hayvanlarına destek verdik. O da başarılı geçti. İkinci oyunumuzu da ‘Otizm Farkındalığı’ için yapmaya karar verdik.
Bu yıl Caner Doğruyol’un da söyleşinizde belirttiği üzere IC Prodüksiyon olarak otizmle ilgili çok önemli bir sinema filmi hazırlığına başladık.
Caner’in çocuğu benim çocuğum… Süreci de yine belirttiği üzere iyi biliyorum. Dedik ki, biz en azından bir evladımızın bir aylık eğitimini karşılayabiliriz miyiz? Çok önemli. Çünkü yaşanan zorlukları ben gördüm. Özel eğitim maliyeti olan bir süreç. Ve durumu olmayan çok insan var.
Hal böyle olunca IC Prodüksiyon organizasyonunda Caner’in koordinasyonunda Dionysos Tiyatro’nun Fareler ve İnsanlar oyununun tüm sezonunu Otizm Farkındalığına ayıralım dedik. Ben de oyunda Lennie Small karakterine can vermekterim.
Durumu olmayan ailelerin özel eğitimine katkıda bulunmak ve bunu sürdürülebilir kılmak için salonumuzu doldurmamız lazım. Bu konuda birçok sanatçı dostlarımızın da sosyal medya desteğini alıyoruz. Herkesi oyunumuza bekliyoruz.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı Caner Bey?
Otizm bir hastalık değil farkındalıktır. Farkında olmak zorundayız. Kabullenmek zorundayız. Ve en önemlisi bilgiye sarılıp eyleme geçmek zorundayız. Kaçmak çözüm değil. Hayatta iki tür insan vardır. Biri saydımcılar diğeri de rağmencilerdir. Saydımcılar hep ‘’öyle olmasaydı başarırdım, şöyle olsaydı atlatırdım… ‘’ derler. Rağmenciler ise ‘’şu engel çıktı karşıma ama ona rağmen ben şunu yaptım, bu soruna rağmen şöyle bir yol izleyip de işimi hallettim’’ gibi bir tutum sergilerler. Buradan bu röportajı okuyan herkese son sözüm şudur ki, belki de bir ara kat olan şu hayatta rağmenci olun. Rağmenci olmak zordur ama güzeldir. Engeller aşılmak, problemler çözülmek çocuklar da sevilmek için varlar. Esenlikler dilerim.